Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


İSLÂM DİNİ NAZARINDA BATI MEDENİYETİNİN MEŞRU OLAN VE OLMAYAN YÖNLERİ

İSLÂM DİNİ NAZARINDA BATI MEDENİYETİNİN MEŞRU OLAN VE OLMAYAN YÖNLERİ
Bu bahse başlamadan önce şunu arz edeyim ki batı medeniyeti, maddi ve manevi iki yönü haiz olduğu gibi bunlardan her biri insanlığa faydalı ve zararlı olmak üzere ikişer kısmı ihtiva etmektedir.
Halbuki İslâm dini, insanlığın ruhanî ve cismânî gıda ve tekamülüne yardımcı olan bütün fazilet ve ;,, üstünlükleri emredip, bunu ihlal eden rezalet ve kabahatleri yasaklamıştır.
Bu noktadan dolayıdır ki, beşerin fıtratına en uygun bir din olduğundan İslâm dinine fıtrat dini adı verilmiştir, Bu asıl ve esastan dolayıdır ki:
İslâm Dini: (Bir kimse İslâm dinine uygun bir tarzda müslümanlar arasında bir fazilet yolu icad eder ve güzel bir şey keşfederse onun sevabı ile, kıyamete kadar icad ettiği o şey ile âmil olanların ecir ve sevabının birer misli o kimseye ait olur. Ve o şey ile amel edenlerin hisselerine düşen ecir ve sevaptan hiç bir şey noksan kılınmaz) ve (Hakkında şer'i bir beyan bulunmayan dünya işlerini siz daha iyi bilirsiniz) Hadis-i şerifleri ile dünya işlerinden; dikiş iğnesinden tutup da, demir yollarına, toplara, zırhlılara, tayyarelere, haberleşme araçlarına, karayolu ve denizyolu ticaretine, çeşitli sanatlara, yeryüzünü imar etmeye, fabrikalara, ziraat ve zenaat âletlerine ve her asra göre cihadın rükünleri ve sebeplerine varıncaya kadar medeniyetin maddiyat kısmından, insanlığa faydalı olan güzel ve mubah işleri icad etmeye ve ortaya koymaya müsaade buyurmuştur. Ve hatta (çalışıp kazanmak kadın ve erkek her müslümana farzdır.) Hadis-i şerifi ile insanlara muhtaç olmayacak derecede helalinden mal kazanmayı her kadın ve erkek müslümana farz kılarak geçimini temin işinde başkalarına yük olmayıp, herkesin kendi çalışması ile geçinmeyi meslek edinmesini emretmiş ve (Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın)([1])
Celil-i ile asrına göre düşmanı korkutacak derecede harp araç ve gereçlerinin hazırlanmasını farz kılmış ve (Kadın ve erkek her müslümana ilim tahsil etmek farzdır) Hadis-i şerifi ile de dini ilimlerden itikadını düzeltecek, ahlakını yönlendirecek, amelini İslah edecek kadar öğrenmeyi her kadın ve erkek müslümana Farz-ı Ayn kıldıktan başka, vücudun bekası, hayatın devamı ve insanlar arasındaki ilişkilere dair ihtiyaç duyulan ilim ve sanatlardan başka
kavim ve milletlere ihtiyaç duyulmayacak derecede öğrenmelerini müslümanlara farz-ı kifaye kılmıştır.
Şu halde onlardan bir grup, ilim ve sanayiden bu derecesini öğrenmezlerse hepsi günahkâr olup,
, dünya ve ahirette bu kusurlarının ceza ve zararlarını çekerler.
İslâm dini, medeniyetin kısımlarından sayılan, yeryüzünü imar etmek, ilim, fen ve sanayii'gibi faydalı işleri emredip, başka kavimlere muhtaç olmayaçak derecesini öğrenmeyi müslümanlara farz kılmış it olduğu içindir ki, İslâm medeniyyeti yükselme dönemlerinde mümtaz meziyetleri içeren güzel sanatlar icat etmiştir. Avrupa'nın meşhur toplumbilimcilerinden Gustave le Bon'un bazı eserleri ile tarih kitaplarından anlaşıldığı üzere medeniyetin diğer temel unsurları gibi sanayi de altı veya yedi bin sene evvel —Semavi dinin çıkış yeri olan— Asya kıtasında Asurlar tarafından icat olunup daha sonraları Mısır'a naklolunmuştur. İlk çağlardaki Yunan Sanatları Dicle ve Nil sahillerinde icat olunan son sanatlardan doğmuştur.
İslâm dininin ortaya çıkışıyla parlak bir İslâm medeniyeti kurulunca, müslümanlar o zaman mevcut bulunan Mısır ve Yunan sanatını aynen alarak az bir zamanda asıllarından daha da üstün hale getirerek, üstün meziyetleri içeren güzel sanatlar meydana getirip Mısır ve Yunan medeniyetlerine üstünlük sağlamışlardır. İslâmın bugün ortada bulunan eserleri bu iddiaların adil bir şahididir.
Bazı İslâm memleketlerini istila eden Hıristiyanların, İslâm'ın güzel sanatlarını alarak kısmen Avrupa'ya nakletmiş olmaları bugünkü batı sanatının yükseliş ve ilerleyişinin sebeplerinden biridir. Ve hatta ilk önce medeniyete karşı batılıların kalbinde bir şevk uyandıran cazibe Endülüs ufuklarında parlamış olan İslâm medeniyetinin ışığıdır. O tarihten itibaren batılıların, cehalet, zulmet, vahşet, hercümerç içinde perişan olduklarına tarih şehadet etmektedir. Demek oluyor ki esas itibarı ile Batı medeniyetinin ortaya çıkmasının sebebi Doğu medeniyetidir.
İslâm dini, medeniyetin faydalı kısımlarını irşad ettiği ve İslâm medeniyetince vaktiyle pek mühim harika eserler vücuda getirildiği halde zamanımızdaki müslüman-ların bu yüce faziletlerden mahrumiyetlerine sebep nedir diye sorulursa cevap olarak deriz ki: Mahrum kaldıkları diğer hususlarda olduğu gibi buna da sebep dinin faydalı emirlerinden olan, çalışıp kazanmaya tevessül etmemeleridir. İslâm dininin ileri sürdüğü yüce faydalardan istifade ancak hakimane emir ve hükümlerine bağlılık ve gerekleri ile amel etmek ile mümkündür. Şu halde İslamiyet iddiasında bulunanların dini kaideleri yalnız evrak ve kitaplarda saklamaları hiç bir fayda temin edemeyeceği gibi diyanetin
iktizası üzere bedenî sinir ve azalarını tahrik etmedikçe sadece itikat ile, istenen maddi ve manevi faydalar meydana gelmez.
Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde buyuruyorlar ki: (Bazı ilimler cehalet ile aynı derecededir.)
Gerçekte amel ile içice olmayan ilim cehalet ile eşittir. Amelsiz âlim avamın arasından uzaklaşmış olmaz. İlmin faydalarından mahrum kalması itibariyle böyle alimin cahilden farkı yoktur. Mesela içkinin ve benzeri sarhoşluk veren şeylerin haramlığını ve zararlarını bildiği halde içen, bilmeyerek içen ile eşittir. Belki ilki ikincisinden daha ziyade kötülenmeye müstahaktır. Binaenaleyh gerek ilim, gerek din erbabı, ilim ve dinin gerektirdiği şekilde amel etmedikçe bunların temin ettiği feyiz ve saadete mazhar olamazlar. Bu arz olunan hususlardan anlaşıldığı üzere İslâm dini, medeniyetin erkân ve unsurlarının maddiyat kısmından faydalı ve güzel işlerinin ortaya konmasına müsaade edip meşru kıldıktan başka bunları ihdas ve icad eden milletleri bu hususlarda taklide de ruhsat vermiştir.
Fakat Yüce İslâm Dini (De ki: Rabbim sadece, açık ve gizli fenalıkları, günahı, haksız yere tecavüzü, hakkında hiçbir delil bildirmediği şeyi Allah'a ortak koşmanızı, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.)([2]) âyeti ile inançsızlık, zuKim, şekavet, fuhuş, içki, kumar, dans, bar, tiyatro vesair sefahat ile, meyhane, kerhane, kumarhane dans ve bar mahalleri açılması gibi batı medeniyetinin maddiyat kısmından ahlaken, ictimaen, iktisaden, nâmusen ve dinen zararlı olan çirkin ve rezilce olan işlerin esas ve ayrıntılarını haram kılıp yasaklamıştır.
Binaenaleyh batı medeniyetinin bu gibi rezilce yönleri meşru değildir.([3]) Şu halde böyle çirkin ve re-zilce işlerde müslümanlardan hiç birisinin zamanın modasına uymasına ve bilhassa gayr-i müslim milletleri taklid etmesine, diğer bir tabirle, batılılaşmasına asla şer'i bir izin yoktur. Zira meşruiyetine delil olmayan şeylerde taklid ve başkasına uymanın haram ve batıl olduğuna bu âyet-i celile en kuvvetli bir delildir.
Binaenaleyh İslâm dini rezilce hallerin ve işlerin hepsinin hem re'sen ihdas ve icrasını hem de bu konuda başkalarını taklid ve onlara benzemeyi kafi surette men'edip haram kılmıştır.
Medeniyetin manevi yönüne gelince: İslâm şeriatı öyle yüce medeni kural ve toplumsal esaslar, öyle ahlâki faziletler te'sis etmiş ve ortaya koymuştur ki Avrupa'nın bu derece medenileşmesi için daha pek çok emekler sarf etmeye ve hatta tamamen İslâmın mukaddes esaslarını kabul edivermeye muhtaçtır. O derece üstün ve faziletli bir medeniyete ulaşmak için başka türlü yol yoktur.
Esasen batı medeniyeti, insanlığın mutluluk ve olgunlaşmasını sağlayacak hakiki bir medeniyet değildir. Zira o ancak insanın hayvanî ve cismanî yönden mutluluk ve olgunlaşmasına hizmet edip, melekiyet ve maneviyatının saadetini ve olgunlaşmasını asla dikkate almıyor. Çünkü batı medeniyeti beşeri hayatı yalnızca dünyanın fani hayatından ibaret saydığı için insanın yalnızca maddiyat ve hayvaniyat yönünün olgunlaşmasına, bu suretle insanlarda hayvani arzuların gelişmesine sebep olup melekiyet ve hakiki insanlığın gizli kalmasına veya büsbütün imhasına hizmet ederek ebedî saadete kavuşturan faziletler ve hakiki olgunluklardan insanlığı ebediyyen mahrum bırakıyor.
Esasen cismani hayat ve dünyaya dair insani değerlerin ortaya çıkmasına bir dereceye kadar sebep oluyorsa da onun sebep olduğu durum ve vasıflar dünya hayatının gereği olarak yok olup gidiyor. Zeval ve yıkılmaya maruz olan ahval ve vasıflar ise hakiki saadetten sayılamaz. Hakiki saadet, dünya hayatından sonra da devam edip ebedi olan beşeri vasıflar ve olgunluklardan ibarettir ki, bunun murşidleri ancak Peygamberlerdir. Batı medeniyetinin buna rehber olabilmesi imkansızdır. ;
Halbuki yüce İslâm medeniyeti insanlığın mele-kiyet ve maneviyat yönlerinin saadet ve olgunluğuna hizmeti asıl ve esas alıp bütün usûl ve hükümlerini bu cihetin gelişmesi ve olgunlaşmasına hizmet etmek üzere tesis etmiştir.
Şu kadar ki hayvanlık hâlinin fani mutluluğu bizzat kastedilmiş olmayıp, belki melekiyyetin kalıcı saadetini kazanmaya vesile olduğu için tab'an maksut olmakla bu asli maksadı ihlal etmemek üzere itidal durumun aşılmaması esas alınıp adaletli bir şekilde cismani zevklerden istifade yolunu açmış ve bu suretle insanı hem fani mutluluğa hem de baki saadete ulaştırmıştır. Şu halde hakiki kemâlâta ve baki saadete ancak Peygamberlerin yolu ulaştırır. Binaenaleyh İslâm medeniyeti hakiki bir medeniyettir ki üstün düsturlarına tamamen yapışmak şartıyle her cihetten beşerin saadet ve tekamülünü tekeffül eden ve dünyanın fani hayatından sonra da ebedilik bulan hakiki evsat ve kemalatı kefildir. Binaenaleyh insanın hakiki saadeti peygamberlerin sünnetlerine ittiba ve büyük İslâm medeniyetine tamamen sarılmakla husule gelmiş olur.
Şu halde batı medeniyeti gerçekte eksik ve hakiki tekamülü ihlâl edici olduğundan İslâmın mukaddes usul ve kaidelerini ve peygamberlerin yolunu tamamen kabul etmedikçe işin esasında ve sağduyu sahipleri nazarında gerçek medeniyet sayılamaz.
Binaenaleyh ebedi saadet ve hakiki kemalatı kazanmak için müslümanlar Batı medeniyetine değil, Batılılar İslâm medeniyetine muhtaçtırlar.
Demek oluyor ki, İslâm dini medeniyetin maddi ve manevi yönünün melekiyet ve hayvanlıkça insanlığa faydalı ve hizmetkâr olan kısımlarını on dört asır evvel re'sen vaz' ve tesis edip insanoğullarını o dosdoğru yola sevk etmiştir.([4])
Medeniyyetin melekiyet ve behimiyetçe, insanlığa zararlı olan kısımlarını da insanoğlunu hayvan derecesine düşmekten kurtarmak için men'edip bu hususların işlenmesini ve bu hususta başkalarını taklit ve onlara benzemeyi kat'i surette haram kılmıştır. Şu halde Avrupa'nın sefahat lekesi ve milliyet renginden ari ve bütün insanlığın maddi gelişmesine hizmet eden ilim, fen ve sanatların, araç ve gereçlerin hepsini almak ve bu hususlarda onları taklid meşru'dur. Fakat meyhane, kerhane, dans, bar, tiyatro vesair süfli müessese ve sefilane terakkiyât gibi, dini hüviyet ve faziletli İslâm ahlakının mahvolmasına ve yok olmasına sebep olan batıl itikatlar, çirkin ahlâk, rezilce itikatlar, kötülenmiş ve yasaklanmış iş ve fiillerini almak ve bu hususlarda onları taklid meşru değildir ve menfurdur.
İslâm dini işte bu türden sefihane medeniyetin yükselmesine manidir. Çünkü İslâm dini insanlar arasında cereyan eden çirkin iş ve rezilce itikadların tamamını men' ve ortadan kaldırmak için vaz' ve tesis olunmuştur. Onun için İslâmiyet Batı medeniyetinin bu kısmı ile asla bir araya gelmez. Kalpleri Batının pislikleriyle boyanmış olanlar bu nokta-i nazardan islâm dinini yükselmeye engel olarak görüyorlar. Evet bu da medeniyetten sayılıyor ise islâm dini bu gibi medeniyetin ilerlemesine en büyük engeldir. Esasen sefahat ve rezaleti men1 ve nehyetmek İslâm dininin belirgin özelliklerindendir. Akl-ı Selim de bunu emreder. Onun için Avrupalılardan akl-ı selim sahibi kişilerin memleketlerinde umûmileşmekte olan sefahat ve rezaletin men'ine çalıştıkları duyulmaktadır. Bu cümleden olarak İngiltere'de hayasızlıkla mücadele etmek üzere Mister Webb Alyob isminde biri (Nezahet Cemiyeti) adı ile yeni bir ahlâk cemiyeti kurmuştur. Cemiyet ilk icraat olmak üzere umumi ahlakı ifsada sebep olan kartpostalların satışını yasaklamak için hükümete müracaata karar verdiği gazetelerde görülmüştür. Cemi-yet-i Akvam da genel ahlâkı bozmaya sebep olan açık resimler ile açık yazıların yasaklanması için devletlere tebligatta bulunmuştur.
Tokyo'da mahalli memurlar tarafından genel ahlakı bozduğu sebep gösterilerek bütün asrî danslar yasaklanmıştır.
Esasen Avrupa'da sözlerine güvenilen doktorlar ile ictimaiyyat alimleri (sosyologlar, toplumbilimciler) dansın zararlarını ispat için diyorlar ki: Yakinen tahakkuk etmiştir ki, dans, fertlerin seciyesini, ahlakını, sıhhatini tahrip edip, musallat olduğu cemiyetlerin manevi bünyesini kemirdikten başka, fuhşu artırıp, evlenmeleri azaltarak nüfus buhranı denilen felaketi ortaya çıkarmak suretiyle milletin maddi bakımdan çökmesini çabuklaştırıyor.
Batı müteffiklerinin, akl-ı selim erbabının dans ve içki gibi, batının medeniyet kisvesi altında insanlar arasında yaymış olduğu rezaletleri kötülemekte olduklarına şahit olmak üzere tanınmış içki düşmanı Amerikalı Mister VVilliam Johnson'un 11 Eylül 1 340 tarihinde İstanbul'da bulunduğu zaman içkiler aleyhinde gazetecilere vaki beyanatını göstermek ve burada kaydetmek isterim. Bu şahıs diyor ki:
"İçkiyi yasaklama fikri, batı düşüncesinin mahsûlü değildir. Bu fikir esas itibariyle, tamamıyle şarklıdır. Müslümanlık on üç asır evvel kat'i surette müskiratı men'etmistir. Binaenaleyh Amerika'nın keşfinden birkaç asır önce doğuda yasaklama fikri temelleşmişti. Bu gün ise islâm dininin telkin ve talim ettiği içki yasağı Ameri-ka'nın anayasasına girmiş bulunuyor.”
Halbuki tam biz müslümanlığın emri ile hareket edip içkiyi yasaklamaya kalkıştığımız zamanda, ne gariptir ki siz bizim kötülediğimiz bir, şeyi taklide yelleniyorsunuz. Batı, Doğunun bir faziletini kabule uğraşırken, siz Batının bir rezilliğini taklid ediyorsunuz. Bu sizin lehinizde bir şey değildir."
Amerikalı'nın bu sözleri, Batının rezaletlerini taklide çalışan Doğulular için apaçık bir ibret dersi teşkil eder. Bundan ibret almamak, müteessir olmamak için insanın hayvanlık derecesine inip şuurundan mahrum olması gerekir.
Buraya kadar arz olunan tafsilattan küfrün alamet ve işaretine gayr-i müslim milletleri taklid ve onlara benzemenin şer'an haram olduğu anlaşılmıştır.
Küfrü mucip olup olmamasına gelince, bu hususta ulema arasında ihtilaf olunmuştur. Fakat bu meselenin hal'i iman ile küfrün hakikatini bilmek ile alakalı olduğu için bu mevzuya girmezden evvel biraz da ondan bahsetmek isterim.
[1] - Enfâl 60.
[2]- A'raf: 33
[3] -(Müellifin notu) Onun için Resûlullah Efendimiz (S.A.V.) (Bir kimse islam dininde fena bir yol ihdas ve çirkin bir şey icat ederse o fenalığın günahı ile, kıyamete kadar onunla amel edenlerin günahlarının bir misli o kimseye ait olur. Ondan sonra o fenalığı işleyenlerin kendi günahlarından hiç bir şey noksan kılınmaz.) Hadis-i ile müslümanlar arasında çirkin ve fena bir şeyi icat etmesinden ve rezilce bir yol ortaya koymasından menetmişlerdir.
[4] ) Esasen müslümanlar arasında terakki ve teali ettirilmesi matlub olan medeniyetin bu çeşididir. Bilhassa memleketimizin ihtiyacı, medeniyetin fazilet
kısmınadır. Halbuki memlekette terakki ettirilen bu değil, batı medeniyetinin rezalet ve muzur kısmınadır. Çünkü epeyce bir zamandan beri memleketimizde müfrit batı taklitçisi bir güruh, medeniyet, hürriyet, milliyet-adına gayr-i meşru ve muzır cihetlerden, meselâ hürriyet, fuhşun, içkinin, dansın, ahlaksızlığın, dinsizliğin yayılmasından ve genişlemesinden başlıyor. Avrupa'dan yüklenip getirdikleri pislikler ile Islamın faziletlerini tahribe, milletin fikirlerini bozmaya çalışıyorlar. Vatan evladının kalbini yabancı ruh, yabancı terbiye, yabancı itikad ile aşılıyorlar. Aşılıyorlar da üzerlerinde toplanmış olan İslamlık ve Türklük ruhunu söküp atmaya uğraşıyorlar. Bu suretle milli mevcudiyetimizin istinatgahı olan temeller yıkılıp duruyor.
Bu büyük dalâletin genelleşmesi hem islamiyet ve hem de Türklük için Batı medeniyetinin rezaletler kısmı memleketimizde günden güne ilerlemeye mazhar oluyor ve bu uğurda büyük miktarda milli servet de sarfo-lunuyor. Fakat meşru ve büyük bir şiddetle ihtiyaç duyulan yönlere, mesela elbiselik imali için bir fabrikaya hiç bir şey harcandığı görülmüyor. Demek oluyor ki dışarıdan görünen işlerine nazaran Batı medeniyetini destekleyip savunanlar bu perde altında şahsi menfaatlerini te'min ve şehvani arzularını tatmin gayesini hedefleyip umumun menfaatlerini ve milli faydaları asla dikkate almıyor veya alamıyorlar. İddia ettikleri sözlerini, içinde bulundukları halleri tekzib etmekten geri kalmıyor
iskilipli atıf hoca


Hayatın İçinden İslam

MollaCami.Com