Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Allahaısmarladık

Allahaısmarladık


İnsanın zaman bilgisinin ne kadar kısıtlı olduğunu bu süreçte daha iyi görebiliyorum. Hani çok sık söyleriz de bir saniye sonrasında ne olacağını bilmediğimizi... Şu gölgelik gibi gelip geçici dünyada birer yolcu olduğumuzu hep bilir, anlatırız, sohbetlerde, mektuplarda, ilahilerde de...

Gecenin içinde kaleme aldığım bu yazıda misal: Yarın sabaha çıkıp çıkmayacağımı, bineceğim uçağın bizi Kabe’ye aparıp aparamayacağını bilemiyorum... Çok heyecanlıyım. Defalarca pasaportumu, kimliğimi kontrol ediyorum, bir türlü hazırlamaya vakit bulamadığım kapağı açık valizim işte antrede duvara yaslı duruyor, sağdan soldan duyup da eve doluşan sevdiklerimize şeker tutuyorum, onlar da havlu veya çorap getiriyorlar, gizli gizli kulağıma dualar selamlar fısıldıyorlar...

Çocuklarımı geride bırakacak oluşum giderek ağırlığını hissettiriyor ve tüm bu karmaşalar arasında ben hâlâ Allah’ın izniyle Beytullah’a gidecek oluşuma bir türlü, ama bir türlü inanamıyorum. Sanki bir masaldayım veya rüyada... Öyle sanıyorum ki gözümü kaldırıp siyah giysisi içindeki Allah’ın Evi’ni görebildiğimde inanacağım belki de olanlara: İşte gelebilmişim meğerse diyebilmek...

Zaman; o kadar iğreti ve o kadar ipeksi ince bir iplikle bağlı ki... Sanki çıkılacak olan Umre Ziyareti değil de ahirettir. Sanki yolculuk etmeye niyet ettiğimiz öte dünyadır, sanki abdestimizi son defa alıp Bismillah diye yüzümüzü döndüğümüz yer, dünyada gideceğimiz son yerdir...

İşim icabı sayısız seyahatlere çıkarım. Ama bu seferki başka. İçimden bir ses, sanki dönmeyecekmişim gibi sesleniyor. Sanki kalbimin beni hep çektiği asıl yurduma, anavatana gidiyormuşum gibi... Sanki çocukken kaybolmuşum da ormanda, sonra ekmek kırıntılarını takip ede ede nice mihnet ve nice derin geceden sonra, evime ancak geri dönecekmişim gibi... İçimde kırk yıldır salınıp çözülmüş iplikler, tüm yaşanmışlıklar, sanki kendilerini gerisin geri sarıyorlar... Sanki çocukluğumuzun teyp kayıtlarında yaptığımız gibi; kayıtlı tüm şarkıların hepsini silip, boşalmış bir bantla gidiyormuşum gibi. Sanki üzerinde yıllardır çalıştığım ders defterlerini camı açıp da yele savurmuşum, sanki hepsinden vazgeçmişim gibi... İçimdeki tüm kelimeleri boşaltmışım veya iyice saklamışım gibi... Böyle giderse, hiçbir anısı olmayan bir kundak çocuğuna dönüşecekmişim gibi geliyor. “Sevgili’nin Evi”ne, ruhumun ellerini hep kesmiş ve kanatmış tüm geçmiş zaman parçalarını, arkada bırakarak varacakmışım gibi... Yeniden başlayacakmışım gibi... Yeni bir defter, taze bir Besmele, el değmemiş bir suyla karşılaşacakmışım gibi... Sanki Hacer Ana’nın Zemzem’ini bir kere daha bulacakmışım gibi geliyor...

Bu kadar nedamet, bu kadar tevbe istiğfar ve bu kadar işlenmiş günahtan sonra ne kadar büyük bir beklenti, öyle değil mi? Hatta ayıplıyorsunuz belki de beni... Yani sen kalk iradene bir türlü sahip çıkama da... Bir seyahatle, bir yolla hayatın değişsin, aklın başına ersin... Olur mu hiç?

Efendim... Bizler gibi ırakta ve gurbette yaşayanlar için, hep böylesine saklı bir umut vardır bu yolda işte. Yani Allah’ın Evi’ni kulluk vazifesi olarak ziyaret edeceğimiz ihtimali bile, işte bizi böylesine bir umuda yönlendiriyor: Ben, bundan sonra inşallah iyilerden olacağım diye bir niyet... Allah’ın Evi’nin insan üzerindeki etkisi bu kadar kuvvetliyken, varın bir de siz Allah’ımızın Zatını düşünün... Ev’i bu kadar sevilenin, Ev’inden bu kadar medet umulanın, Kendisi nasıldır ya? Bir de onu düşünün, bir de O’nu düşünün...

İnsanın dünya üzerinde gidebileceği en uç noktadır Sevgili’nin Evi... Ama zamanı geldiğinde o Ev’e de veda edilir. 2003’teki Hacc ziyaretimde beni sarsan en önemli rükün, Arafe gününden bir gün önce, sırtımızı dönüp de Mina’ya doğru yola çıkışımız olmuştu... Yani evet, gelmiştik ve buradaydık, Buyur Allah’ım Buyur, işte geldik derken, aniden Beytullah’tan Mina’ya ve Arafat’a taşınma vakti geldiğinde... Dünya üzerinde Allah’ımızın kendine isnat ederek sözünü ettiği tek yer olan Beytullah’tan da çıkmak, tam anlamıyla bir ruh depremi gibiydi...

Demek ki Beytullah da veda edilenler arasındaydı. Demek ki Beytullah’tan da çıkılırdı... İşte o anda Allah Teala’yı tüm iliklerinize kadar Tekbir’ler ve Hamdüsena’larla karşılıyorsunuz. Beytullah da kalkınca aradan, Mahşer Gününü andıran o kalabalığın içinde Allah’tan başka dayanağınızın olmadığını aslında bir kere daha fark ediyorsunuz... Bu hislerle bir mecnuna dönmüştüm. Şeytan Taşlama’dan sonra Tekbirlerle Kabe’ye tekrar geri girdiğimiz o Bayram günündeyse, sanki ölmüş ölmüş de tekrar dirilmiş gibiydik. Beytullah’ın eteklerinde yeniden doğmuş gibi oluyorduk hepimiz...

İnşallah, yeniden dirilmeye, saatleri yeniden kurmaya, yeni bir defter açmaya vesile olsun bu ziyaretimiz. Hepiniz, bu Cuma vaktinde dualarımızda olacaksınız inşallah... Hakkınızı helal ediniz, hepinizi Allah’a ısmarlarız...

Sibel Eraslan - Vakit

:'( ALLAHU EKBER :'(


Serbest Kürsü

MollaCami.Com