Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


sükuta çığlık

Çocukken elif cüzüne 'supara' derdik, hala ne anlama geldiğini bilmiş değilim. Aradan bir hayli zaman geçti. Şimdilerde çocuklar, koltuk altlarında suparaları, camilerin yolunu tutmuşlar. Onları görünce, o günlerden kalan çocuk yüreğinin ta derinlerinden, o asude hazların özlemini çektim bir an. Sevgi doluyduk, hayata bakışımızdaki çocuksu duygularla bezeli bir dünya...
Şimdi ise hayatın karmaşıklığı içerisinde topuklarımıza kadar bir cenderenin içerisindeyiz, kaygılar, korkular ve en az bunlar kadar sükutun ızdırabı. Yapraklar düşüyor ömür ağacımdan, yaprakların hışırtısı bana fısıltı gibi geliyor. "Sükutun fısıltısı" bugünlerde bu deyim dilime pelesenk oldu nedense.
Hayat sürprizlerle dolu, kimi zaman insan iki cihan saadetini kaybetmenin kaygısıyla kavrulurken, kimi zaman samimi ve dürüstçe kulluk yapamamanın korkuları, kimi zaman da ummadığımız bir saadetin tebessümüyle sürur buluruz, bütün bunlara rağmen...
Çektiğin ıstıraplar, elemler ve tarifsiz kederlere sabretmenin ateşiyle pişersin, bir zaman sonra o ateşte lezzet bulursun. Bir Hak dostunun dediği gibi "ateşten korkma, piş ki lezzet bulasın.!" Aslında söz ehli sözünü söylemiş. Bu yüzden susmak diyorum ve susup da lezzet bulayım diye... Bakın söz ustası Şeyh Sadi-i Şirazî ne güzel demiş:
"Başının yücelere ermesini diliyorsan, dağ gibi, ayağını eteğine çekmelisin. Ey bilgili kişi! Az konuş, dilini çek. Yarın dilsizler için sorgu sual yoktur.
Gerçeği bilenler ve onun inci gibi değerli olduğunu anlayanlar, ağızlarını ancak inci saçmak için açarlar. Çok konuşan az dinler. Öğüt ancak sessizliğin değerini bilenleri etkiler. Soluk soluğa durmaksızın konuşacak olursan, başkalarının sözlerinin değerini bilmez, ondan yararlanamazsın.
Ölçülmemiş olan bir kumaş nasıl biçilemezse, ölçülüp tartılmayan bir söz de söylenemez.
Doğru ve yanlışı düşünerek konuşanlar, hazırcevapçılardan daha iyidir. Söz insanın kişiliğinde bir olgunluk ölçüsüdür. Sözle kendini küçültme.
Az konuşan utanılacak durumlara düşmez. Bir arpa kadar misk, bir yığın çamurdan değerlidir. Çok konuşandan sakın, Bilginler gibi bir konuş pir konuş.
Yüz ok attın, tümü boşa gitti. Akıllıysan bir at, hedefi tuttur. İnsan işitildiğinde kendisni utandıracak bir şeyi neden söyler? Kimsenin aleyhinde de konuşma, belki duvarın ardında bir kulak veren vardır.
Gönül, sırları saklayan bir kaledir. Dikkatli ol kalenin kapısı açık kalmasın. Mum dili yüzünden yanar. Arif bunu bilir, bu yüzden ağzı kaplıdır.
Şimdi sus gönlüm. Sus ve teslim ol. Fani umutlarla tükenmekten vazgeç. Dünya buna değmeyecek kadar kısa. Sabır zamanı kısa. Bir şimşek ışığının parıltısı kadar kısa.
Unutma ey gönül, burası dünya… Sefası da fani, cefası da… Fakat ebediyyet var, ebedi vatan. Bir ateş mahzeni var ki, orada sabah olmayacak, horozlar da ötmeyecek. Orada sabretmek imkansız."
İşte bu yüzden, durgun denizlerin ve yüce dağların sükutu heybetli olur.
Tıpkı gönlü derya gibi hak dostları, genelde sükutu tercih ederler, çünkü herkesin nede çok bilmişlik edasıyla, kuru kalabalık lakırdı sarfettiği bu zamanda ve galiba sözün bittiği yerde sükut başlar da ondan.
Gecenin bir vaktinde yada seher vakitlerinde kainatın sükunatını dinlersiniz. Sükut edip kainatın musikisini dinlemek ve bu eşsiz sanatı ve sanatçıyı tefekkür etmek... Allah (cc)'ın bize bahşettiği dil nimeti ve ardından dudak nimeti, gerektiğinde sükuta ihtiyacımız olduğu için... Evet şimdilerde, aslında bu suskunluk, yüreğimizin feryatlarda gizlendiği yada figanlarda konuştuğu suskunluk olsa gerek ve konuşulması gerektiği yerde susmamanın suskunluğu...

Zekeriya MARAL


Serbest Kürsü

MollaCami.Com