Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Sen Söyle Mevhibe

Kapıyı titreyen elleriyle kapattı. Anahtarı üç defa çevirdikten sonra yine de yokladı. Pişmanlık duygusu, içine soğuk bir nefes gibi yayıldı. Elinin tersiyle, buğulanmış gözlerini ovuştururken, “Affet beni Allah’ım!” diye mırıldandı. Anahtarı pantolonunun cebine bıraktı ve hızlı adımlarla uzaklaştı. Hava yeni yeni kararıyordu. Mağazaların önünden geçerken, ürkek bakışlarla ahbaplarının akşamlarını hayırladı. Arkasından seslendilerse de beklemedi. Sonraki caddeye yönelerek, gittikçe azalan kalabalığa karıştı.

Çarşı esnafı birbirini iyi tanıdığı için Mustafa’nın ürkek tavırları gözlerden kaçmadı. Çünkü o, işi ne kadar acele de olsa, hatır sormadan geçmezdi. “Bu akşam başka bir hâl vardı Mustafa’da.” Bakışlardan kaçarcasına aralarından sıyrılıvermesinden belli oluyordu garipliği. Kaç yıldır aynı çarşıda komşuluk yapmalarına rağmen, bu hâline ilk defa şahit oluyorlardı. Evet evet, bir tuhaflık vardı onda. Havadaki şaşkınlığı, sözlerden çok birbirine çarpan bakışlar anlatıyordu ve bu bakışlar, Berdi Mustafa’yı caddenin sonuna kadar takip etti.

Akşam kızıllığı, şehrin üzerine yumuşak bir tül gibi çekilirken, Mustafa’nın tedirgin adımları giderek hızlandı. Bir an önce kalabalıktan sıyrılıp çıkmak, eve ulaşmak istiyordu. Çevredekilerin, kendisine suçlu olduğunu biliyormuş gibi baktığını hissetti. Selâm verişlerinde bile bir tereddüt gördü. Yüzündeki suçluluk izini karanlığın örteceğini sanmıştı oysa…

Tedirgindi. Eve yetişmeden, bir aksilik çıkmasından korkuyordu. Dudakları kıpır kıpır, bildiği duaları tekrarlıyordu. Öyle dalmıştı ki, önünden geçtiği bahçedeki akşamsefası kokusunu duymadı bile. Balkonda çamaşır toplarken annesine yardım eden çocuğun, kendisine nasıl baktığını hiç fark etmedi.

Mağazayı düşündü. Bu sabah gelen uzun boylu, hafif kilolu müşteri, batıyordu içine. Çırağın böyle bir yanlışı yapacağını nerden bilebilirdi? Kim olduğunu bilse, kapısına dayanacak, ne yapıp edip, kendini affettirecekti. Ama adamı tanımıyordu ki. Bu koca şehirde, tanımadığı birini nasıl bulacaktı.

Bu düşüncelerle ilerlerken Fırıncı Rıza Usta’ya uğrama alışkanlığını da terk etti. Bu baba dostunun hatırını sormadan geçmezdi her akşam. Ama bu sefer uğramadı. Fırının önünden geçip gitti. Hem uğrasaydı ne diyecekti? Yaptığı hatayı anlatamazdı ya! Düşünürken bile yüzü kızardı. Alnında boncuk boncuk terler birikti. Elinin tersiyle alnını silerek yürümeye devam etti…

Rıza Usta sıkı esnaflardandı. Sağlığı eskisi gibi olmasa da yine işinin başındaydı. Ağırbaşlılığından ve olgunluğundan, herkes ona “Rıza Baba” derdi. Babalık öyle kolay olmuyor tabi. Birçoğuna kendi ailesi bile ağır gelirken o, koca mahallenin derdiyle ilgilenirdi. O konuşunca herkes susar, kulaklar ona çevrilirdi. “Fırıncılık, esnaflığın mayasıdır.” derdi. Bu işin teknesini karıştıran, kürekçiliğini yapanların kolay kolay yanlışa düşmeyeceğine inanırdı.

Bir günün daha bittiğini ilân eden ezan sesi, içindeki suçluluk duygusunu daha da kabarttı. Pişmanlık ve korku el ele vermiş, içini kemiriyordu. “Sokağa yıkılmadan eve bir yetişebilsem.” diye mırıldandı. Tıka basa yolcuya doymuş şehir otobüsleri, yüklü bir şekilde peş peşe geçiyorlardı. Akşamın telâşı durakta bekleşenlerin yüzüne yansımıştı. Gün içinde arabalardan taşan bangır bangır müzikten eser yok şimdi. Hepsinde bir an evvel yolu bitirme isteği... Sabahın ilk ışıklarıyla evlerinden savrulan insanlar, akşamın eliyle yeniden toplanıyordu.

Camiye yönelen kalabalığın arasından bir suçluymuş gibi geçti. Bu kez aralarına katılmadı. Alıştığı davranışları aksatan birinin suçluluk hâlini de yüklendi. Oturduğu apartmana yaklaşınca, buraya kadar koşturarak gelmiş olduğunu fark etti ve adımlarını yavaşlattı. Suçluluk duygusu peşini bir türlü bırakmamıştı. Apartman girişindeki zili çalmadı. Daire kapısını da kendisi açtı. Oysa her akşam, geldiğini dışarıdaki zile dokunarak haber verirdi. Kapıda karşılanmak hoşuna gidiyordu çünkü. Kapıya yönelen hanımıyla bakışlarının çarpışmasına fırsat vermeden doğruca lavaboya yürüdü. Abdest aldıktan sonra salona geçti. Namazını kılıncaya kadar sofrada onu beklediler:

— Bey, akşam namazını camide kılardın, yoksa bir şey mi oldu, kapıyı da kendin açtın bu sefer?

Soruyu cevapsız bıraktı. Hanımına bitkin gözlerle bakmakla yetindi. Yemek yerken de fazla konuşmadı. Soruları kısa cevaplarla geçiştirip, üzerine çevrilen kuşkulu bakışları görmezden geldi. Bu akşam kendi içine saklanmıştı Berdi Mustafa. Tıpkı, kabahat işlediğinde bir yerlere saklanan ve çıkmak istemeyen çocuklar gibi. Yemeğin sonuna doğru iyice durgunlaştı. Cevapsız kalan sorular karşısında daha da tedirginleşen hanımı ısrar etmeye korktu. Mustafa, tabağındaki yemeği bitirmeden sofradan kalktı. Oysa tabakta yemek bırakmayı hiç sevmezdi. Yemek sonrası yine salona geçti.

Kızı Fatma, çatalının ucundaki yoğurtlu makarnayı abisi Hasan’ın yüzüne fırlatıverdi. Abisi küplere bindi. Başka zaman olsa tabağı başına çevirirdi ama bu akşam kardeşine bağırmakla yetindi. Gözü babasındaydı:

— Anne, babamın nesi var ya!

— Neden oğlum?

— Bu akşam bizimle hiç konuşmadı.

— Yorgundur, oğlum.

— Yok yok, başka bir şey var anne. Fatma’yı sırtında gezdirmedi, bugün okulda neler öğrendiğimi sormadı, işlerin nasıl gittiğinden hiç söz etmedi...

Söyleyecek bir söz bulamayan Mevhibe Hanım, sofrayı toplamaya koyuldu. O akşam, çocukların gürültü yapmalarına izin vermedi. Uyumaları için erkenden, yataklarına gönderdi. Kendisi de: “Zaman hangi derde çare olmadı ki.” diyerek uykuya çekildi. Gecenin son çeyreğinde uyandığında Mustafa’yı yanında göremedi. Önce önemsemedi. Kocasının akşamki hâlini hatırlayınca, birden gözlerini açtı ve kapıya fırladı. Koridora çıktığında salondan ses geldiğini duydu. Işığı yakmaktan vazgeçti. Elini düğmeden çekti ve yavaşça ilerlemeye devam etti.

Salonun aralık kapısından koridora hafif bir ışık sızıyordu. Kocası iki büklüm vaziyette yere çömelmiş oturuyordu. “Kesin çok kötü bir şeyler oldu.” diye düşündü. Daha fazla dayanamadı. Ne olup bittiğini artık öğrenmeliydi.

Berdi Mustafa, eşinin geldiğini fark edince gözlerini sildi. Sorular karşısında önce sessiz kalmak istedi ama artık o da anlatmak, rahatlamak istiyordu.

— Firmadan beş koli pantolon sipariş ettim. Yaz günü iyi satılır diye, iki kolisi defolu olsun dedim.

— Eee!

— Bizim çırak, kolileri raflara dizerken karıştırmış. Ben de akşama kadar defolu malları sağlam olanlarla birlikte aynı fiyattan satmışım!..

Anlatılanları pür dikkat dinleyen Mevhibe Hanım, yumuşak bir sesle:

— Peki, bunda bu kadar üzülecek ne var?

— Öyle deme! Daha önceleri de hatalarım olmuştu. Her seferinde başıma bir şeyler gelirdi. Hatırlarsın, bir defasında ayağım kırılmıştı; kaç gün benimle hastanede beklemiştin. Başka bir seferinde, kasadan yüklü miktar para kaybolmuştu… Fakat bugün bir aksilik olmadı…

— Çok şükür ki olmamış.

Bir müddet suskun bekledikten sonra:

— Ben buna sevinemiyorum Mevhibe. Hattâ üzülüyorum.

— Olur mu öyle şey!

— İnsan sevdiğini uyarır Mevhibe. Çocuklarımızı sevdiğimiz için en ufak hatalarında bile uyarmıyor muyuz? Yanlış yapmalarını istemeyiz; ama tanımadığımız kimselerin hatalarını görmezden geliriz. Bugün ben yanlış yaptım; fakat bir aksilikle karşılaşmadım. Kıymetim azaldı korkusuna kapıldım. Utanıyorum. Çok utanıyorum. Nasıl ağlamayayım şimdi, sen söyle!



Ali Şanverdi


Hikayeler

MollaCami.Com