Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Musab Bin Umeyr

Pes doğrusu
Evin damına tünemiş üç güvercinden beyazı, pır diye havalanıverdi. Oysa onu ürkütecek ne bir ses, ne hareket vardı ortalıkta. Diğerleri kendi hâllerinde etrafı seyretmeye devam ediyorlardı. Beyaz telek yumağı, yel yepelek yelken kürek kanat çırpa çırpa yükseldi, yükseldi. Yetti çıktığım, demiş olacak ki kanatlarını topladı, kendini bırakıverdi aşağılara tüy yumrusu tostoparlak, düştü, düştü. Evlerin hizasına yaklaşınca kanatlarını yeniden uzunca açtı, başı ileride, yayıldı çöl güneşinden yüreği yanmış binaların üzerinden uzunlamasına, küçüldü gitti, sarı, kızıl kerpiç duvarların arasında, yitti. Neden sonra alımlı, çalımlı bir pencere oyuğunun içine konuverdi, pıt pıt oraya buraya gitti geldi minik adımlarla, heyecanlıydı. Kovuğun öte yanından üstü başı, hâli tavrı, sesi soluğu anaç anaç bağıran buyurgan, çığırgan bir ses duyuluyordu.

“Yıllarca özene bezene büyüttüğüm ak pak çiçeğimin, gün ışığından kıskandığım gözümün ışığının hâlceğizi bu mu olacaktı? Toprak başıma! Şu üstündekilere bak, bir giydirdiğimi bir daha giydirmediğim yavrucağım! Saçlarını ipek ipek taradığım ciğerparem! De bana, el âlem, ne oldu bu çocuğa Hamne, diye bana soruyor. Ne cevap vereyim, ne deyip ne söyleyim? Durdum durağanlaştım, bir hoş oldum senin tuttuğun yolu görünce. Yürüdüğünde tüm gözleri peşinden sürükleyen cânım civanım! Deyiver anneciğine! Vazgeçmeyecek misin?”

Duvarın duldasındaki yüzü göremedi güvercin. Gitti geldi, döndü dolaştı, eğişti büzüştü ama yine dizlerinden gerisini görmeye yetmedi boynu. Yalnız, ayakları yalınayak yürümeden nasırlaşmış, kararmış; dizleri açlık ve bakımsızlıktan damar damar bîtaptı. İçeri uçup yanlarına konacak değildi ya! Sonunda yine dinlemekle yetindi kös kös. Anne olacak dilli, durmuyordu. “Bak servetimden koklatmayacağıma yeminler ettim Hubel üstüne. Yeminimden dönersem tüm Mekke tanrıları karşısında ne olayım!”

Üç beş kanat pata küte yaklaştı, güvercinin yanına dam başındaki tünek arkadaşları da konuverdi şimdi. Bir hareket, bir kıpırdanma… Hâlleştiler, söyleştiler işin içinden çıkamadılar. Şaşkınlığın açım açım açtığı kum tanesi gözlerini, yükselen çığlıklar iyicene ayırdı. Artık içerden gelen carlamayı duymak için güvercin olup pencere deliğinden kulak kabartmaya gerek de yoktu; sokaktan bile duyuluyordu bağırış çığırışı, sinire kesmiş Hamne’nin.

“Seni inatçı! Seni yağ börek içindeyken fakir fukaralığa özenen seni! Dur ben sana yapacağımı biliyorum! Sana yapacağımı tahmin bile edemezsin.Anasından geçiyor da hâlâ inadından vazgeçmiyor! Anasının sözlerini dinlemeyenleri ancak zindan paklar! Karauşak tut şunun ellerini, doğru mahzene… Habeşoğlu sen de yardım et, sakın kaçmasın! Kaçarsa yandığınızın resmidir bilesiniz, sakın! Gözüm ensenizde!”

Güvercinler hayret içinde birbirlerine baktılar, içeriyi gözlediler, kafalarını çevirdiler, yutkundular bakındılar; ne yapsalar, anlaşılacak bir iş değildi; Musabcık “O birdir!” dediği için mi zindana gidiyordu yani?

Yeni bir mevsim mi?
Ev hapsi… Leziz keçi peynirlerinin ekşimsi kokusu ama sade kokusu... Taze hurmanın kekre kabuklarının yalandan esintisi, yalnız esintisi… Deve sütünün ılık, duru, doygun burcusu, sadece burcusu… Yağlı etin ateş üstüne damlayan zifir suyunun cızırtısı, safi cızırtısı… Tükrük bezlerinde bir kımıltı... Ağızda sulanma... Gurç gurç yutkunma... Mide kazıntısı... Göz karartısı… Baş döner, görüntü soldan sağa, soldan sağa kayar, kayar.

Yine o rüya: “Ay parçası, Kâbe çevresinde huzurdadır. Yüzünden akar çevreye dinginlik. Yanı yöresi daha bir ayrı bu kara dünyadan, meleksi… Sonra yaklaşır huzur pınarına, başını yaslar, açlığı gider, bitkinliği kalmaz, diri diri bakar gözbebeklerine. Elinin tersiyle siler, iter, geri kalan her şeyi; ayasıyla çeker kendine zarafetin ta kendisini, öper eteklerini üstlüğünün.”

Annesinin çıngı bağrışıyla fırlar düşünden. Gene karnı yapışık karnına, belini örten keçi postunun dizlerine değen döküntülü, kumaşımsı dokusu… Dışarıdan günlük telâşe çınçınları… O kervan gelmiş Mekke’ye, gelecek hafta yasak aylar başlıyormuş, Şam kervanı basılmış haydutlarca, vah vah vah, zayiat fena ha! Hurma hasat vakti... Ambarlar dolsun. Beyaz dişler, geğirtili gülüşler… Gün döner, zenginlik artar, zahire birikir ambarlarda. Karınlar tok, etleri dolgun pazular, kırbaç siyahî bedene...

Bir haber yırtar karasını yaşamanın: Göç olacakmış deniz ötesi diyara. Orada İsa Mesih’in bağlıları bir inanç beldesi kurmuşlar. Orası hakkın hak sahibinde kaldığı, inananın ayıplanmadığı bir memleket... Bir çıkış noktası, bir ferec. Gönüller pır pır, serbest olacak ibadet, kulluk, dua, inanma; ne güzel. Aman Allah’ım senin lütuflarından biri mutlak. Dingin uykular, serbest düşünceler, aman Allah’ım, sen ne büyüksün. Benim Rabbim işte bu! Karanlıkları yırtan, aydın zamanlara ulaştıran… Heyecan, heyecan, taze düşünceler, yeni bir hayat mı orada? Yeni bir mevsim mi başlıyor?




Şemseddin YAPAR


Hikayeler

MollaCami.Com