Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Virüsleri tanıyor musunu?

Bu başlıkta sizlere virüsler hakkında bilgiler sunmaya çalışacağım. Öncelikle virüsler hakkında genel bir bilgi sunmakla başlayacağım. Daha sonra ise hayatımızı en çok tehdit eden ve birçok hastalığın etkeni olan virüsleri tanıtmaya çalışacağım. Bu şekilde bazı yanlış anlaşılmaların da önüne geçmeye gayret edeceğim.

Virüsler hakkında bilmemiz gereken çok şeyin olduğunu düşünüyorum. Çünkü biz istesek de istemesek de bir şekilde hem bizim vücudumuzu hem de diğer canlıların vücudunu o kadar planlı ve programlı bir şekilde işgal edebiliyorlar ki... Hem bu varlıklar hakkında biliçlenmek hem de bir tefekkür kapısını daha aralamak için öğrenmenin faydalı olacağını düşünüyorum. Şimdiden ilgilerini eksik etmeyen kardeşlerimize teşekkür eder ve yapacağım hatalardan dolayı da şimdiden sizlerden helallik isterim. Gayret bizden inâyet, hidayet ve muvaffakiyet Allah’tan.

Not:Yazılar bana ait değildir fakat bu konuda çok değişik kaynaklardan, araştırmalarımdan ve ders notlarımdan sizlere faydlı bilgiler sunmaya çalışacağım. Belki bazı yerlerde çok fazla detaya girebilirim istemeden. Bu konuda da elimden geldiğince Rabbim izin verdikçe yardımcı olmaya hazırım.


TMV=Tütün mozaik virüsü


VİRÜSLER

Virüsler çok küçük mikroorganizmalardır. Uzun süre bilim adamlarının dikkatini çekmemiştir. Meydana getirdiği hastalıklar hep bakterilerden bilinmiştir. Elektron mikroskobunun bulunmasıyla ancak virüslerin farkına varılmıştır.

İlk olarak tütün bitkisinin yapraklarında hastalık meydana getiren virüs bulunmuştur. Daha önce tütünlerde bu hastalığın bakteriler tarafından meydana getirildiği sanılıyordu, fakat incelemelerin hiç birisinde bakteriye rastlanmıyordu. Hasta tütün yapraklarından elde edilen özütün elektron mikroskobuyla incelenmesinden sonra hastalığın bakteri dışında yeni bir mikroorganizma tarafından meydana getirildiği görüldü. Bu mikroorganizmalarda daha önce hiç rastlanılmayan ve bilinmeyen bir yapı ortaya çıktı. Normal hücre yapısına benzemeyen virüslerde sadece dış tarafında bir protein kılıf ve içerisinde nükleik asit vardı. Bunların dışında stoplazma, organel gibi yapılar bulunmuyordu. Bu yapıda onların zorunlu parazit yaşamalarını gerektiriyordu.

Bir virüsün yapısı sadece dışta bir protein kılıf ve içerisinde nükleik asitten meydana gelir. Herhangi bir organeli ve enzimleri olmadığı için normal bir hücre gibi yaşamlarını sürdürebilmeleri olanaksızdır. Yaşamsal faaliyet (üreme gibi) gösterebilmek için mutlaka canlı bir hücreye girmeleri gerekir. Hücre dışında ise kristal halde bulunurlar. Bu yüzden bilim adamları tarafından cansızlık ile canlılık arasında geçiş formu olarak kabul edilirler.

Virüsler küre, çubuk ve elips şeklinde olabilirler. Tek tüp nükleik asit bulundururlar. Yani ya sadece DNA yada sadece RNA bulundururlar. Bunun yanın da çok spesifiktirler. Sadece belirli hücrelere girerler. Örneğin bir kuduz virüsü sadece beyin hücrelerine, uçuk virüsü sadece ağız civarındaki epitel doku hücrelerine bir bakteriyofaj sadece belirli bakteri türlerine, AIDS virüsü sadece kandaki akyuvar hücrelerine girebilir.. Virüs hücreye tutunduğunda ilk önce hücrenin zarını eritir. Daha sonra bu delikten içeriye kendi nükleik asitini akıtır. Hücreye giren virüs nükleik asiti derhal yönetimi ele geçirerek hücreyi kendi hesabına çalıştırmaya başlar. İlk önce kendi nükleik asitlerinin kopyalarını arkasından da protein kılıflarını sentezlettirir. Daha sonra bunları birleştirerek yüzlerce virüs oluşmasını sağlar. Hücre içerisindeki virüsler hücreyi patlatarak dışarı çıkar ve yeni hücrelere saldırırlar. Yapılarından dolayı ve hücre içerisinde bulunduklarından antibiyotik türü ilaçlardan etkilenmezler.

Virüslerin en sık rastlanan iki şekli vardır. Bunlar: Icosahedral virüsler, çubuk şeklindeki virüslerdir.

Icosahedral virüsler 20 üçgen yüz, 12 köşe ve 30 kenardan meydana gelen düzgün bir polihedrondur. Bunların nükleik asitleri iç kısımda bir öz (kor=core) meydana getirir. Kor etrâfında (kapsit) manto bulunur. Bu manto da capsomer denilen alt birimlerden meydana gelir. Kor ile manto birlikte nükleokapsiti meydana getirir. Ikozahedral virüsler kabaca kürevî görünümdedirler. Bu grubun en meşhur üyesi adenovirüslerdir.

Çubuk şekilli virüslerde, manto proteinlerinin alt birimleri, çubuğun ekseninde sarmal bir biçimde dizilmişlerdir. Sarmalın komşu uçları arasında nükleik asitler sıkışmıştır. Capsomerler, nükleik asidi çevrelerler. 300 nm uzunlukta ve 18 nm çapındaki “Tütün mozaik virüsü” bu gruba misâl teşkil edebilir.

Ayrıca karmaşık yapılı bakterileri tutan virüsler de mevcuttur. Elektronmikroskopla incelenebilen bu virüsler yanında, bâzı Poxvirüsler ışık mikroskobu ile gözlenebilir pozisyondadır.

Virüs hastalıklarının, âmillerinin adlandırılması ve tasnifi bunların ilk defa görüldüğü, tetkik edildiği, identifiye edildiği memleketin veya bu araştırmayı yapan bilginin adı, tabiî enfeksiyonu, klinik, patolojik, epidemiyolojik belirtilerine göre yapılır.

Virüsler insanlarda hafif soğuk algınlığından tutun da kuduz, sarı humma gibi bâzı öldürücü hastalıklara, hattâ bir takım kanser çeşitlerine bile sebep olabilirler. Bir takım virüs gruplarının sebep oldukları hastalıkların sıralanışı:

Adenovirüsler: Solunum sistemi hastalıkları.

Herpes virüsler: Uçuk, gözde keratit, zona, rahim kanseri (muhtemelen), Burkit lenfoma (küçük kız çocuklarında).

Poxumus: Suçiçeği.

Pücarnovirüs: Çocuk felci, üst solunum yolu hastalıkları, soğuk algınlığı.

Mixovirüs: Grip.

Paramyxovirüs: Kabakulak, kızamık, SSPE hastalığı.

Rhabdovirüs: Kuduz.

Togavirüs: Sarı humma, ensafalit.

Rektrovirüs, meselâ HTLU-III: AIDS hastalığı.

AIDS virüsü: Bu da bir cytomegalovirüstür.

Virüsün anatomisi:
Bakterilerin vücudu yalnızca tek bir hücreden oluşan bir anatomiye sahiptir.Fakat virüslerin vücudu bir hücreden bile oluşmaz.Yalnızca hücreyi oluşturan temel yapıtaşlarının çok az bir miktarının yine kompleks bir yapı oluşturmalarından meydana gelmiştir.
Bir hücre proteinlerden, nükleik asitlerden, hücre zarından, kompleks organellerden (mitokondri, endoplazmik retikulum, golgi aygıtı, ribozomlar vs.), nukleus (çekirdek)’den ve daha birçok enzim ve sayamadığımız kimyasal moleküllerden oluşan oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir.
Virüsler ise yukarıda saydığımız hücre yapıtaşlarından yalnızca üç tanesinin kompleks oluşturmasıyla meydana gelir.Bu yapıtaşları protein, enzim ve nükleik asitlerdir.Bazı virüslerde ise yağ moleküllerine de rastlanılır.Virüs, yalnızca bu üç yapıtaşından oluşan bir yapıya sahip olmasına karşın ne amaç uğuruna kendini çoğaltmaya çalıştığını ve canlı - cansız formları arasında nasıl gidip geldiği çözülememiş mühim bir problemdir.
Virüsler ancak " Elektron mikroskobu " ile görülebilirler.Işık mikroskopları ile görülmeleri imkansızdır.Öyle ki bir virüs bakteriyle kıyaslandığında, bakterinin yanında çok küçük kalan bir boyuta sahiptir ve boyu ancak " nm " (nanometre, yani metrenin milyarda biri) uzunluk birimi ile ölçülebilir.
Bir virüsün anatomisini inceleyecek olursak…



Baş bölgesi, karmaşık yapılı proteinlerden oluşmaktadır.Bu protein kılıfın içerisinde ise virüse ait RNA (bazen DNA olabilir) molekül zinciri bulunmaktadır. Daha sonra sırasıyla boyun ve kuyruk bölgesi gelmektedir.
Moleküller atomlardan oluşan maddelerdir.Maddenin ise şuuru ve aklı yoktur.Fakat gördüğünüz gibi yalnızca bir molekül yığını olan virüsler doğada kendilerini çoğaltmak için sürekli bir canlı hücre arayışı içerisine girmişlerdir.Bu esrarengiz yapılar üreseler bile ne beslenebilirler nede soluk alıp verebilirler. Bir bakteri bile dışarıdan aldığı molekülleri işleyerek hayatını sürdürür, solunum yapar ve vücudunda oluşan artık maddeleri dışarı atabilir, fakat virüslerin buna benzer fonksiyonları da yoktur.
Bakteriler besin ve diğer hayati moleküllerin yokluğunda hayatlarını kaybederken virüslerin ölmesi diye bir şey söz konusu değildir.
Virüslerin hem canlı hem de cansız özellikleri göstermektedir. Virüsü canlı yapan özellik üreyebilmesidir.Fakat cansız olarak görünmesinin sebebi ise, içine yerleşip onu üreme amacıyla kullanacağı bir hücre bulamadığı zaman " Kristal " bir yapıya dönüşmeleridir.Bu şekilde virüs tıpkı havada süzülen bir toz zerreciği gibi bir partikül halinde doğada serbest olarak dolanır.Ta ki canlı bir hücreyle karşılaşıp onu üreme amacıyla kullanıncaya kadar.
Şimdi bu esrarengiz yaratıkların doğada kristal halinde cansız olarak dolanırken bir hücreyle karşılaştıkların da, nasıl bir canlı gibi üremeye başladığını şekillerle inceleyelim.



Şekilde görüldüğü gibi virüs kristal halinde doğada serbest olarak dolaşırken bir bakteri yada başa bir canlı hücresi ile karşılaştığında(Burada bakteri hücresi örnek gösterilmiştir) kuyruk kısmı bakterinin duvarına temas edecek şekilde konumlanır.
Şekilde virüsün sahip olduğu genetik şifresi yani RNA’sı kırmızı olarak gösterilmiştir.Virüs RNA’sını bakterinin sitoplazmasına zerk edebilmek için kuyruk kısmından bakteri duvarına bir tür enzim (lizozim) enjekte eder.Bu enzim bakterinin duvarını tıpkı bir asit gibi delmeye başlar.Bakterinin duvarı delindikten sonra virüs RNA’sını bakterinin vücudunun içerisine gönderir.
Bakterinin içerisinde dolanan RNA molekülü bakteriye ait DNA molekülünün belli bir bölgesine yerleşir.Bu yerleşme belirli genler arasında konumlanarak gerçekleşir.Örneğin bakteride A geni ile B geni yan yana ise virüs RNA’sı bu iki genin arasına yerleşir.Yani A geninin içerisinde ya da B geninin içerisinde herhangi bir yere yerleşmez.Bakterinin virüs RNA’sını içeren şekline ise " Lizogen bakteri " adı verilir.
Bakteri, üremek için DNA’sını replike ederken farkında olmadan virüsün RNA’sını da replike eder. Bakteri çoğalmaya devam ederken bir yandan da virüsün RNA’sının bir kopyasını üretir.Bu kopyalanan RNA’nın içerisinde ise virüsün tüm genetik bilgileri saklıdır.Mesela virüsün üzerini örten kılıf proteinin aminoasit şifreleri bu RNA da bulunur.Bakteri replikasyonla ürettiği virüs RNA’sından aynı zamanda virüsün örtüsü için gerekli proteinleri de translasyon yoluyla yani protein üretim mekanizmaları yoluyla üretir.
Virüs bakteriyi tıpkı bir köle gibi çalıştırarak kendisini çoğaltmaya başlar.Bakteri öyle bir duruma gelir ki ürettiği virüsleri taşıyamaz olur ve parçalanır.Bu olaya ise " Liziz " denir.Aşağıdaki şekilde bu olayın meydana gelişi gösterilmiştir.


Şekilde de görüldüğü gibi bakteri içerisinde üretilen onlarca virüs, bakteri duvarını patlatarak serbest hale geçer. Serbest kalan bu virüslerde kendilerine yeni av bulmak için kendi başlarına dolanmaya başlarlar.
Virüslerin yalnızca yukarıdaki gibi sabit bir şekli yoktur.Bunun yanında yuvarlak ve çokgen küre şeklinde olanları da vardır.
Virüslerin ortak yönü, bir canlı grubuyla karşılaşmasıyla kendini çoğaltmaya başlamasıdır.Bir virüsün canlı bir hücre olmaksızın kendini çoğaltması ise mümkün değildir.Yani virüs ancak ve ancak canlı bir hücre vasıtasıyla kendini çoğaltabilir.Çünkü virüsün sahip olduğu RNA’sını kopyalayıp deşifre edecek bir mekanizması yoktur.
Hücrenin kendini üretmek için kullandığı mekanizmaların parçaları ise DNA kopyalayıcı enzimler, tamir edici enzimler, protein üretiminden sorumlu olan ribozomlar, transfer RNA (tRNA) lar, aminoasitler vs. dir.Fakat bir virüste RNA ve bazı eritici enzimler dışında bu mekanizmaların parçalarından hiçbirisi yoktur.
Dolayısıyla virüs kendini çoğaltamaz fakat bu mekanizmalara sahip bir hücreyi kullanma gibi bir kurnazlık gösterir.
Virüsün kullandığı hücreler yalnızca bakteri hücreleri değildir.Bunun yanında insan ve diğer birçok canlının hücrelerine girerek bu hücreleri kendi doğrultusunda çalıştırmaya başlar.Bazı virüsler vardır ki yalnızca belirli hücreler içerisinde çoğalabilir.
Buna en iyi örnek " Kuduz " virüsüdür.Kuduz virüsü bir köpek veya bir kedinin vücudunun içerisine girdiği zaman hemen ilk rastladığı hücreye girmez.Kuduz virüsünün çoğalabileceği hücre " Beyin " hücresidir.Bu yüzden bu virüsün beyine kadar ulaşması gerekmektedir.Dolayısıyla virüs bulaştığı hayvanı derhal öldürmez.Beyine ulaşan virüs beynin belirli bir bölgesindeki hücrelerin içine yerleşerek derhal kendini üretmeye başlar.
Bu üreme zamanına kuluçka zamanı denir.Ve zamanı geldiğinde köpek veya kedinin beyninde ağır bir tahribat meydana gelir ki buda hayvanın ölümüne sebep olur.
Bunun yanında doğada binlerce tip virüs vardır ve her biri kendine has özelliklerde olup değişik tiplerde hastalıklara neden olurlar. Bazı virüs türleri ise insan ve hayvanlara zarar verebildiği gibi bitkilere de zarar verebilmektedir.Aşağıdaki şekilde virüslerin üzerinde hastalık yaptığı bir bitki yaprağı görülmektedir.



Virüsler bunun yanında insanlar için yararlı birçok bitki türlerine de zarar verirler.
Örneğin salatalık ve marul gibi bir çok ihtiyaci sebze ve meyva türleri virüsler tarafından belirli bölgelerinden tahribatlara uğratılırlar.Tabii bu virüslerin hastalık yapıcı etkilerini ortadan kaldıran kimyasalların üretimi de yapılmaktadır.
Bir virüsün bulaştığı insan ve hayvanlarda hastalık meydana gelmemesi için kullanılan biyokimyasal ilaçlar temelde virüslerin çoğalmasını engelleyecek şekilde tasarlanırlar.
Örneğin Kuduz virüsü bir insan veya hayvanın vücuduna girdiği zaman derhal beyine ulaşır.Fakat alınan ilaçlar vasıtasıyla beyine ulaşan kimyasallar, ya virüsün protein kılıfını parçalayarak virüsü yok eder, yada virüsün çoğalmasını engelleyecek mekanizmaları durdurur.

AIDS :
Buna karşılık doğada henüz çaresi bulunamamış hastalıklara yol açan virüslerde bulunmaktadır.Bunların başını ise AIDS (Kazanılmış bağışıklık sendromu) virüsü almaktadır.
AIDS virüsünün üreyebildiği hücreler ise vücutta bulunan T - lenfosit hücreleridir.T-lenfosit hücreleri, vücut için mutlaka gerekli olan savunma hücreleridir.Bu hücreler, herhangi bir bakteri veya mikroorganizmanın vücuda girmesi halinde derhal bakterilere müdahele ederek onları içine alır ve sindirip yok eder.Fakat AIDS virüsü T-lenfosit ve diğer savunma hücrelerinin içerisine girdikten sonra bu hücreleri kullanarak kendini üretmeye başlarlar.


Yukarıda insanlarda AIDS hastalığına yol açan HIV virüsünün şekli görülmektedir.
Bu virüsün önemli bir özelliği ise ters transkripsiyon yani " Reverse transkriptaz " adı verilen bir enzim taşıyor olmasıdır.Virüs bu enzimi kullanarak akıllara durgunluk veren bir şekilde kendisinin çoğaltmaya başlar.
Virüs, bulaştığı insanın kan hücrelerine ulaştıktan sonra ters transkriptaz enzimini virüsün RNA’sıyla birlikte hücre içerisine bırakır.Bu enzim ilk önce virüsün RNA’sını kalıp olarak kullanarak bir DNA sentezler.Daha sonra virüsün orijinal RNA’sını yıkarak ortaya çıplak bir DNA molekülü çıkmasını sağlar.Enzim yeni ürettiği bu DNA2yı kalıp olarak kullanarak virüsün orijinal RNA’larını tekrar üretmeye başlar.
Son derece mükemmel düşünülmüş bu sistem ile virüs, saldırdığı hücre içerisinde süratle çoğalarak benzerlerini üretir.Önemli olan nokta ise virüsün önce RNA’dan DNA daha sonra bu DNA’dan gene virüsün kendi orijinal RNA’sını üretmesidir.Bunu yapmasının sebebi, RNA’dan direk olarak sentezlenecek RNA’nın Orijinal RNA’nın aynısı olmayacağından dolayıdır.Örneğin A bazına karşılık T bazı gelecektir.Fakat üretilen DNA ayna gibi görev görerek tekrar aynı RNA’yı üretmesi sağlanmıştır.
Yani üretilen DNA’nın A bazına, önce T bazı gelecek daha sonra bu DNA’dan RNA sentezlenirken T bazına A bazı karşılık gelecektir.Bu şekilde ilk RNA’nın aynısı sentez edilecektir.
Virüsün saldırdığı T - lenfosit hücreleri kısa sürede yeni üretilen virüsler tarafında işgal edilecek ve en sonunda yıkıma uğrayacaktır.



Şekilde bir T - lenfosit üzerinde bulunan çanak şeklindeki reseptörleri görmektesiniz.Yukarıdaki şekildeki virüs şemasında virüsün etrafında reseptörler görülmektedir.İşte bu reseptörler T - lenfosit üzerindeki çanak şeklindeki bu reseptörleri tanırlar ve bu reseptörlere bağlanırlar.

Bağlandıktan hemen sonra ise HIV virüsü sahip olduğu genomunu yani RNA’sını, " ters transkriptaz " enzimi ile birlikte hücrenin içerisine bırakır.
Bundan sonrası ise T - lenfosit hücrelerinin üretim için kullanılıp en sonunda da yıkılmasıdır.
Savunma hücreleri yıkılan bir insanın ise dışarıdan vücuduna girebilecek bakteri ve diğer mikroorganizmalara karşı yapabileceği pek bir şey kalmaz.
AIDS’e yakalanmış bir insanın savunma sistemi çökertildiğine, dışarıdan vücuda girebilecek bir bakteri bile rahatlıkla üreyerek sonuçları ağır hastalıklara neden olabilecektir.



Şekilde virüsler tarafından işgal edilmiş bir T - lenfosit hücresi görülmektedir.
Bu hücre daha sonra tamamen yıkılarak içerisinde bulunan tüm virüsler, kanda serbest hale geçecektir.
Bu virüslerde önüne gelen her savunma hücresine saldırarak kendi istekleri doğrultusunda onları kullanacak ve çoğalacaktır.Tabii her virüsün saldırdığı hücreden yüzlerce binlerce virüs kana geçtikçe virüs sayısı korkunç bir şekilde artacaktır.
Bu virüsün çoğalmasını engelleyecek bir kimyasal henüz bulunamamış olup son yıllardaki çalışmalar HIV virüsünü yok etmek üzere olduğumuzu işaret etmektedir. Dünyada şu an her 20 saniye içerisinde bir kişi ya AIDS'e yakalanmakta yada hayatını kaybetmektedir.

Şu an bilgisayarı kullanırken soluduğunuz hava içerisinde bile binlerce mikroorganizma vardır.Eğer sizde bir AIDS hastası olsaydınız, vücudunuza giren bu mikroorganizmalarla başa çıkamayacak ve en zayıf sayılabilecek bir grip mikrobu bile sizin ölümünüze sebep olabilecekti.
Sağlığımızı, vücudumuz için düşünülmüş mükemmel savunma sistemleri sayesinde devam ettirebilmekteyiz.Bu mükemmel hücreler her an her saniye vücudumuza giren binlerce mikroorganizmayı bünyelerine alarak yok etmekte ve yaşamımızın devamını sağlamaktadırlar.


Grip virüsü


Grip, İnfluenza

İnfluenza viruslarının yol açtığı, akut üst solunum yolu enfeksiyonu semptomları ile başlayan bir hastalıktır. Hastalığa grip adı da verilmekle birlikte, diğer virusların yaptığı üst solunum yolu enfeksiyonlarına da toplumda grip denilmektedir. Bu durum hastalığın diğer üst solunum yolu enfeksiyonları ile karıştırılmasına neden olmaktadır.

İnfluenza (grip) çok eski zamanlardan beri bilinen ve sık görülen bir hastalıktır. İlk kez MÖ 412'de Hipokrat tarafından tanımlanmıştır ve influenzaya benzer ilk pandemi 1580'de yaşanmıştır. O zamandan bu yana 31 ayrı olası influenza pandemisi bildirilmiştir. Bunlardan üçü 20. yüzyılda olmuştur.

Etken: Orthomyxoviridea ailesinden bir RNA virüsüdür. İnfluenza virüsünün A, B ve C olarak üç anatipi ve çok sayıda alt tipi vardır. İnfluenza A ve B insanlarda dolaşan türlerdir. İnfluenza virüsünün antijenik yapısını hemaglutinin (H1,2,3) ve nöraminidaz (N1,2) adlı yüzey proteinleri belirler.

Hemaglutininde küçük ve yavaş gelişen zincir değişlikleri (antijenik drift) epidemilere yol açabilir, ani ve büyük değişiklikler ise (antijenik shift) pandemilere neden olur.

Tip A bütün yaş gruplarında orta ve şiddetli derecede hastalığa neden olurken, tip B hafif epidemilere yol açar ve daha çok çocukları etkiler. Tip C insanlarda sık görülmez ve epidemi yapmaz.

Bulaşma Yolu: Enfekte kişilerin virüs taşıyan solunum salgılarının damlacık yoluyla virüse duyarlı kişiye geçmesi ile olur.

Kuluçka süresi: 1-3 gündür.

Klinik Belirtiler: Akut solunum yolu hastalığı oluşturur. Klinik olarak diğer akut solunum yolu enfeksiyonu yapan etkenlerden ayırt edilemez.

Ani başlayan ateş, kuru öksürük, boğaz ağrısı, burun tıkanması ya da akması, baş ağrısı, gözlerde sulanma, kas ağrısı ve halsizlik bulguları olabilir. Yaklaşık olarak 1-2 haftalık bir sürede tamamen iyileşme olur ancak yaşlılar, çocuklar ve diğer duyarlı gruplarda pnömoni gibi ağır komplikasyonlar ortaya çıkabilir.

Akut romatizmal ateş nedeniyle sürekli aspirin kullanan çocuklarda, influenza B'nin Reye Sendromuna neden olabildiği görülmüştür.

Myokardit ve ensefalopati diğer komplikasyonlardandır.

İnfluenzaya bağlı ölüm hızı binde 0.5-1.0 arasındadır. Ölümlerin çoğunluğu, pnömoni komplikasyonu nedeniyle 65 yaş üzeri kişiler arasında görülmektedir.

Epidemiyolojisi: Birinci Dünya Savaşı'ndan önce influenza, önemli bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmiyordu; ancak bu, savaştan hemen sonraki İspanyol Grip’inden sonra değişti. 1918-1920 yılları arasında olan İspanyol Grip’inde en azından 20 milyon kişinin öldüğü bildirilmektedir.

1957 yılındaki Asya Grip’i ve 1968 yılındaki Hong Kong Grip’i salgınları yaklaşık 1.5 milyon insanın ölümüne, üretim kaybı ve tıbbi bakım olarak 32 milyar dolar kayba neden olmuştur.

Influenza virusu antijenik yapısında küçük değişiklikler yaparak mevsimsel epidemilere neden olur. Sonbahar kış aylarında yüksek ateşli solunum yolu enfeksiyonlarının aniden artışı influenza epidemisini düşündürmelidir. Epidemi 2-3 haftada en yüksek düzeye ulaşır ve 5-6 hafta sürer. Tüm ayaktan ve yataklı tedavi kurumlarına başvurular artar. Tropikal ülkelerde yılın her dönemi hastalık görülebilirken diğer bölgelerde özellikle sonbahar ve kış aylarında salgınlar olur.

Bu salgınların hayvan kaynaklı olduğunu gösteren veriler elde edilmiştir: 1918'deki salgından izole edilen virüsler domuzdan, 1957 ve 1968'dekiler kümes hayvanlarından zincirler içermektedir. 1976'da domuzlardan geçen yeni bir influenza virüsü salgın yaparken, 1997-98'de Hong-Kong'da kümes hayvanlarından geçen bir influenza virüsü salgın oluşturmuştur.

Korunma: Bağışıklama ya da ilaçla olabilir.
1. Bağışıklama: İnfluenzaya karşı inaktive virüs aşısı geliştirilmiştir. Aşı hastalığın ağır geçmesini ve komplikasyonlarını önler. Aşı bir sezon önce dolaşan virüsler temel alınarak hazırlanır. Aşının etkinliği virüsün antijenik yapısını hızlı değiştirmesi nedeniyle ancak %70-90 düzeyindedir.

Aşı yapılması gereken grup: Aşı etkinliğinin görece düşük olması ve komplikasyonların özellikle belli gruplarda sık görülmesi nedeniyle influenza bağışıklamasında öncelikli gruplar tanımlanmıştır:
1. 65 yaşın üzerindekiler,
2. Yaşlı bakım evinde kalanlar,
3. Astımlı çocuklar, kronik kardiopulmoner hastalığı olanlar,
4. Diabet, renal bozukluk ya da immun yetmezliği olanlar,
5. Uzun süreli aspirin tedavisi alanlar (Reye Sendromu olasılığı),
6. İnfluenza sezonunda gebeliğinin ikinci ya da üçüncü trimesterinde olacak kadınlar,
7. Grip virüsünü riskli gruplara taşıyabilecek kişiler: Sağlık çalışanları, yaşlı bakım evlerinde çalışanlar, ev ziyareti yapanlar, grip açısından riskli kişinin ev halkı,
8. HIV ile enfekte kişiler yer almaktadır.
Bu öncelikli grupta olmayan ancak aşılanmak isteyenlere de aşı yapılabilir.

İnfluenza aşılamasında dikkat edilecek noktalar:
1. Aşı olası influenza sezonundan önce eylül-kasım aylarında yapılmalıdır.
2. Diğer aşılarla (pnömokok, MMR, Hemofilus influenza B ve OPV) birlikte yapılabilir, ancak farklı bölgelerden kas içine uygulanmalıdır.
3. Aşı dokuz yaşından küçüklere bir ay ara ile iki doz yapılmalıdır.
Emziren anneler aşı olabilir.

Aşının yapılmaması gereken durumlar:
1. Altı aydan küçük bebeklere,
2. Yumurta alerjisi olanlara,
3. Yüksek ateşi olan erişkinlere aşı uygulanmamalıdır.
Aşı uygulamasından sonraki 6-12 saatte ateş, halsizlik ve kas ağrısı gibi yan etkiler olabilir. Yan etkiler 1-2 gün sürer, ender olarak aşırı duyarlılık reaksiyonları görülebilir.

2. İlaçlı Koruma: Virüs replikasyonunu yavaşlatan Amantadin ve Rimantadin ilaçla korumada kullanılmaktadır. İlaçla koruma epidemiden önce ya da sırasında, bağışıklama yapılmamış ve riskli gruplara yönelik olarak uygulanır ve hastalığı %70-90 olasılıkla önler. Bulaştan sonraki 48 saat içinde uygulanmasının hastalığın bulgularının şiddetini azalttığı belirtilmektedir..

İlaçla Koruma Uygulanacak kişiler:
1. Aşılanmamış ancak hastalığı çok ağır geçirebileceği düşünülenlere,
2. Riskli gruba bakım verenlere,
3. İmmün yetmezliği olanlara,
4. Aşıya alerjisi olanlara,
5. Salgın kuşkusu olduğunda toplu yaşanan yerlerde yaşayanlara uygulanır.



Mini sözlük
Pandemi:Salgın bir hastalığın kıta düzeyinde çok geniş bir alana yayılmasına verilen isimdir.

Epidemi:enfeksiyon hastalıklarının yol açtığı yerel salgınlar.

Hemaglutinin:influenza virüsünün ve bir çok başka virüsün hücrelere yapışmasında rol alan yüzey molekülü

Nöraminidaz: Nöraminidaz da hemaglütinin gibi influenza virusunun önemli antijenik yapılarından biridir. Solunum yollarında bulunan ve bir hemaglütinin inhibitörü olan müsin, nöraminidaz tarafından parçalanır. Böylece nöraminidaz, hemaglütinine yardımcı fonksiyon görür. Nöraminidazın bir diğer görevi de olgun virusun infekte ettiği hücreden çıkarak yeni hücreleri infekte etmesini sağlamaktır.

Antijenik drift: Bir influenza subtipinde her yıl veya birkaç yılda bir oluşan minör antijenik değişikliği belirtir. Antijenik drift, hemaglütinin veya nöraminidazı kodlayan RNA segmentinde küçük noktasal mutasyonlarla oluşur. Sonuçta virusun protein yapılarında bir veya birkaç amino asidi ilgilendiren değişiklikler meydana gelir. Antijenik drift, influenza virusunun epidemilerinden sorumludur

Antijenik shift: Antijenik drifte göre çok daha köklü bir değişikliktir. Hemaglütinin, nöraminidaz veya her ikisini de kodlayan RNA segmentinde tamamen farklı bir genetik yapılanma meydana gelir. Antijenik şift geçiren influenza virusunun orijinal virusla serolojik yakınlığı çok azdır veya yoktur. Antijenik şift, influenza virusunun pandemilerinden sorumludur. İnfluenza B virusu antijenik olarak influenza A'dan daha stabildir. Bu nedenle influenza pandemileri daha çok influenza A virusu ile meydana gelir.

akut:ani, çabuk, ilerleyen

pnömoni:akciğer iltihabı

Reye Sendromu: çocuklarda ve ergenlik dönemindekilerde görülebilen bir sağlık sorunu. Çok iyi tanınan bir hastalık değil. Ortalama olarak her yıl bir milyon çocukta bir oranında görülüyor. Nedeni ve oluşum mekanizmaları tam bilinmediği için bazen benzer belirtiler gösteren diğer sağlık sorunları da Reye Sendromu olarak teşhis edilebiliyor. Yapılan araştırmalarla bunların Reye olmadığı anlaşıldığında Reye Benzeri Sendrom olarak adlandırılıyor. Hastalık öncelikle grip ve suçiçeği nadiren de başka virüs hastalıklarının seyri sırasında görülebiliyor. Reye Sendromu, viral hastalık başladıktan 3-7 gün kadar sonra ani belirtilerle başlıyor. En tipik belirtileri kusma, şuur bulanıklığı, hayal görme, huzursuzuk ve giderek koma tablosu görülebiliyor. Reye Sendromu'nda beyin ve karaciğer yeterli görev yapamıyor. Karaciğer şeker metabolizmasını düzenleyememenin yanı sıra, vücut için zararlı olabilecek kimyasal maddeleri işleyerek zararsız hale getirme görevini yapamıyor. Buna bağlı olarak kanda amonyak gibi zararlı maddeler çok yükselirken, şeker oranı da ileri derecede düşüyor. Ayrıca tıpta ensefalopati denilen türde beyin fonksiyonlarının bozulması tablosu da görülüyor. Reye Sendromu neden oluyorİ Reye Sendromu'na yol açan etken bilinmiyor. Yapılan bazı çalışmalar bu tür virüs hastalıklarının seyri sırasında kullanılan ilaçlarla aralarında ilişki kurarken, bazı çalışmalar çevre kirliliği sonucu alınan zararlı maddeleri sorumlu tutuyor. Genetik yatkınlığı düşündüren bazı çalışma sonuçları da var. Özellikle İngiltere kökenli çalışmalarda aspirin kullanımı ile Reye sıklığı arasında istatistik bir yakınlık olması nedeniyle, çocuklarda ve gençlerde aspirin kullanımının kısıtlanması gerektiği öne sürülürken, başka bazı araştırmacılar, aralarında grip ve suçiçeğinin önemli yer tuttuğu viral hastalıklar sırasında parasetamol ya da başka ilaç kullananlarda ve hatta hiç ilaç kullanmayanlarda da Reye görüldüğünü belirterek, böyle bir kısıtlamanın doğru olmayacağını, altında ülkeler arası ekonomik çıkar kaygılarının yatmasından endişe ettiklerini belirtiyorlar. Görüldüğü gibi Reye, kesin nedeni bilinmeyen, oldukça ciddi ama çok şükür sık görülmeyen bir hastalık. Bu nedenle çocuklarda ve ergenlik dönemindekilerde grip, suçiçeği ve benzeri virüs hastalığı görüldüğünde, evde kendi başına tedaviye kalkışmak yerine bir doktora başvurmakta yarar var.

myokardit:kalp kası iltihabıdır

Ensefalopati: beyin dokusunda genelde dejeneratif değişikliklerin görüldüğü hastalıklara verilen isim.

Epidemiyoloji, toplumdaki hastalık, kaza ve sağlıkla ilgili durumların dağılımını, görülme sıklıklarını ve bunları etkileyen belirteçleri inceleyen bir tıp bilimi dalıdır.

Kronik kardiyopulmoner hastalıkları: Sürekli devam eden kalp ve akciğerle ilgili hastalıklar

Diabet:Şeker hastalığı

Renal bozukluk:Böbrekle ilgili bozukluk

HIV: AIDS'e yol açan virüstür.

Hepatit Nedir?


Karaciğer'in iltihaplanması anlamına gelen "HEPATİT" tüm dünyada yaygın olan bir Halk Sağlığı problemidir ve insan vücudunda bir çok olumsuz bulguya yol açar. Her hepatitte sarılık görülmez ancak halk arasında her hepatite sarılık denir. 15 - 20 sene öncesine kadar herkesin sarılık olmasi, grip olmak gibi çok sıradan ve olağanmış gibi karşılanırdı. Kimse ciddi, hatta ölümcül olabilecek tehlikelerinden, korunmadan, önleminden, doğar doğmaz aşı olmaktan bahsetmezdi; sarılığın karaciğerimize zarar verdiğinden ve hatta bazen iflasina yol açtığından da bahsedilmezdi.


Hepatit yapan etkenler nelerdir ?

Hepatitlerin birçok nedeni olmakla birlikte, en sık karşılaşılan türü;

* Virüslerin yol açtığı enfeksiyonlardır. Hepatite neden olan virüsler; A, B, C, D, E, F ve G olarak alfabenin ilk harfleriyle isimlendirilirler. "Hepatit" terimi ile işte bu "viral hepatit"ler belirtilmek istenmektedir. Hepatit şeklinde belirebilen diğer virüs hastalıkları; Enfeksiyöz mononukleosis, Sarı humma, Sitomegalovirus hastalığı, Herpes simplex ve bazı Enterovirus enfeksiyonlarıdır. Karaciğerin taze, alevli iltihabına "Akut Viral Hepatit", 6 aydan fazla sürmesi haline ise "Kronik Viral Hepatit" adı verilmektedir.

* Bazı toksik ilaçlar ( tüberküloz tedavisinde kullanılan INH, bazı sinir hastalığının tedavisinde kullanılan chlorpromazin gibi ),

* İlaç aşırıduyarlılığı,

* Bazı mikroplar (Brucella, Tüberküloz)

* Safra tıkanıklığı,

* Radyasyon,

* Genetik olarak geçen ender hastalıklar [demir depolama hastalığı ( Hemokromatozis= irsi olarak geçen, başta karaciğerde olmak üzere demir birikmesiyle organ hasarına yol açan ender bir hastalık ), bakır depolama hastalığı ( Wilson hastalığı= bakır metabolizması bozukluğu nedeniyle özellikle karaciğerde ve gözün kornea tabakasında bakır depolaması ile karaciğerde hasara neden olan ender bir hastalık )] ve

* Bağışıklık sistemi ( immün sistem ) bozuklukları da hepatite neden olabilir.


Hepatit konusundaki bu kısa hatırlatmadan sonra, özellikle sonbaharda ve kışın sıkça görülen HEPATİT A enfeksiyonundan bahsetmek istiyorum.





HEPATİT B





(VİRAL HEPATİT – BULAŞICI SARILIK)

Konuyu Hazırlayan: Dr.Alper A. Hatipoğlu

Hepatit B Nedir ?
Hepatit B,karaciğer iltihabı anlamına gelen hepatit hastalığının etkeni olan virüslerden bir tanesidir. Hepatit B virüs hepadnavirüsler ailesine dahil bir DNA virüsüdür. Çapı 42 nm'dir. Virüsün yüzeyinde 3 ayrı yüzey antijeni vardır. Nükleokapsid proteini DNA ile birliktedir. ve P geninin ürünüdür. HBe antijeni HBcAG'nin büyük parçaları ile sekansiyel homoloji gösterir.
Meydana getirdiği hastalık,çok ağır tablolara neden olabilmektedir.Bu virüs,esas olarak karaciğerde yerleşir,orada çoğalır ve zamanla karaciğeri tahrip edecek boyutlara ulaşabilir.

Hepatit B bulaşıcı bir hastalıktır ve ülkemizde çok önemli bir sağlık sorunudur.

Türkiye’de bugün her 3 kişiden yaklaşık 1’i Hepatit B virüsü ile karşılaşmıştır. Yine her 10 kişiden 1’i Hepatit B virüsünü taşımakta ve bulaştırmaktadır. Hastaların % 75-80 inde herhangi bir belirti vermeksizin gelişir, taramalarda ve kan bağışlarında yapılan tetkiklerde tesadüfen tespit edilir. Kuluçka süresi 2-6 ay arasında değişmektedir. Bu süreler sonunda gözlenebilen hastalık belirtileri ;

Aşırı halsizlik ve yorgunluk hissi

İştah kaybı

Bulantı

Kusma

Deride ve göz aklarında sararma

İdrar renginde koyulaşma

Karın ağrısı

Karaciğer bölgesinde hassasiyet , olarak özetlenebilir.


Hepatit B virüsü bulaştıktan sonra üç yol izler:

Kişinin immün sistemi (bağışıklık sistemi) kuvvetli ise vücudunda virüse karşı antikor denilen koruyucu maddeler oluşur ve belirli bir düzeyde kalır,artık kişi doğal olarak aşılanmıştır, tam şifa ile iyileşmiştir.Ömür boyu Hepatit B’den korunacaktır.

Oluşan bu koruyucu antikorlar,eğer ki olması gereken düzeye ulaşamaz ise kişi taşıyıcı olarak kalacaktır,henüz kendisi hasta değildir fakat potansiyel virüs saçıcısıdır,çevresi için hastalığın yayılmasında büyük bir tehlike oluşturur.Özellikle ülkemizde bu anlamda gizli taşıyıcılar çoktur,hastalığın kontrolsüz bulaşmasında en sessiz yolu oluşturur.Taşıyıcılar için risk yıllar sonra başlayabilir.Taşıyıcı kişi karaciğer kanserine aday olabilir veya organ hasarı ile karaciğer yetmezliğine girebilir.

Kişide koruyucu antikorlar hiç oluşamaz,herzaman virüs güçlü durumdadır,vücut virüse yeniktir,karaciğer fonksiyonları bozuktur,karaciğer enzimleri yüksektir,kişi aktif hastadır, hızla karaciğer yetmezliğine gider veya hastalık yıllara yayılır zamanla karaciğer yetmezliğine ya da karaciğer kanserine dönüşür.


Hepatit B’de hedef organ karaciğerdir.

Karaciğer vücudu toksik maddelerden temizleyen,sindirimde görevli safrayı sentezleyip kana veren ,vücutta görevli pek çok taşıyıcı proteinleri sentezleyen ana organdır.Karbonhidrat,yağ ve protein metabolizmasında da çok önemli görevleri vardır.

Bu virüs karaciğer dokusunu oluşturan hücreleri tutar,bu hücreler zamanla fonksiyonlarını yapamaz hale gelir,yukarıda bahsettiğimiz yollara göre karaciğeri zedeleyebilir ve tek tek hücre ölümü başlayabilir,sonrasında karaciğer doku kaybı gelişebilir.Sonuç:GERİYE DÖNÜŞSÜZ ORGAN HASARIDIR.


Hepatit B Nasıl Bulaşır ?


Hepatit B, kan yoluyla ve çok sıklıkla da yakın temasla (kan dışındaki vücut sıvıları:tükürük,ter,cinsel organ sıvıları) bulaşır. Derideki bir çatlak yada açık yara ile temas eden bir damla kan yada tükürük bile hastalığın bulaşması için yeterli olabilmektedir. Taşıyıcı anneden bebeğine de doğum esnasında bulaşabilir.

En önemli ve yaygın bulaşma yolu korumalı da olsa cinsel ilişkidir,çünkü ter ve tükürük gibi vücut sıvılarıyla dahi geçişleri olabilmektedir.Kan ve kan ürünlerinin nakli,kirli enjektörlerin kullanımı(ör:uyuşturucu bağımlılarında olduğu gibi hijyenik olmayan şartlarda ortak kullanılan enjektörlerle),yeterli sterilizasyonun yapılmadığı cerrahi girişimler, kuaför ve berberlerdeki iyi sterilize edilmemiş manikür ve pedikür setleri, tıraş bıçakları, makaslar, steril olmayan aletlerle yapılan sünnet,kulak delme işlemleri ve ortak kullanılan diş fırçaları Hepatit B virüsünün bulaşmasına sıklıkla aracılık etmektedir.


“Hepatit B Taşıyıcılığı” Ne Demektir ?

Bu virüs ile temas eden her 10 bebekten 9’u ve her 10 erişkinden 1’i belirli bir süre sonunda (>>6 ay) mikrobu vücudundan atmayı başaramazsa yaşam boyu taşıyabilecek ve insanlara yayacaktır. Ancak taşıyıcılarda hastalık durumu farklılık gösterebilmektedir. Karaciğerlerinde oldukça ağır hasarın ortaya çıktığı bireylerde, yıllar sonra Karaciğer Yetmezliği, Siroz ve Karaciğer Kanseri görülebilmektedir. Kronik hepatitlilerin %25’i Primer Karaciğer Kanseri ve Siroz nedeniyle ölmektedir. Hepatit B Primer Karaciğer Kanserlerinin %60-80’inden sorumludur. Ve karaciğer kanserleri kanser ölümleri içinde ilk 3 sırada yer almaktadır. Hepatit b virüsü sigaradan sonra bilinen en yaygın kanserojendir(kanser nedenidir).


Hepatit B Risk Grupları Hangileridir ?

Hepatit B’li anneden doğan bebekler

Ev içinde Hepatit B hastası yada taşıyıcısı olanlar

Birden fazla kişi ile cinsel ilişkisi olanlar

Kan ve kan ürünleri kullananlar

Hemodiyaliz hastaları

Damar içi ilaç bağımlıları

Sağlık personeli

Toplu halde bulunulan yerlerde ( okullar, kreşler, kışlalar, yurtlar, huzurevleri v.s.) yaşayanlar risk gruplarını oluştururlar.

Hepatit B’den Korunmak Mümkün müdür ?

Virüs vücuda girmemişse korunması kesinlikle mümkün olan bir hastalıktır.En etkili korunma yolu da aşılanmadır.Koruyuculuğu %90-95’tir. Eğer koruyucu düzeyde antikor titresi elde edilmişse koruyuculuk %100’e ulaşır.

Aşılama,taşıyıcılara veya aktif hasta olanlara yapılamaz.

Aşılama kararı,doktorlar tarafından istenen belirli tetkiklerden sonra verilebilir.

Uygulanacak aşı şeması,toplam üç dozun belirli zamanlara bölünerek uygulanması ile olur.

Genel olarak kullanılan aşı şeması: ilk doz 0.ay(sıfırıncı ay) kabul edilmek kaydıyla,bir ay sonra 2.doz ve 5 ay sonra 3.doz olmak üzere 0-1 ve 6.ayda yapılan 3 doz aşı uygulamasıdır.

Bir diğer uygulama da hızlı cevap beklenen olgulardaki kullanılan şemadır:

0.ayda 1.doz,bir ay sonra 2.doz,bir ay sonra 3.doz ve de 12.ay da(yani son 3.dozdan 11 ay sonra ) 4.dozun yapılmasıdır.

Aşılama sonrası enjeksiyon yerinde ağrı, kızarıklık, şişlik, ateş yüksekliği ve birtakım allerjik reaksiyonlar görülebilmektedir.Çoğu önemsiz reaksiyonlardır.Hastalığın risklerinin yanında daha da önemsizleşirler.

allah razı olsun çok hoş bir paylaşım bu işte bizdeki nihayyetsiz bir acz ve fakr vücudumuza girebilecek en ufak bir mikroba karşı çok aciz bir haldeyiz.

Rabbim cümlemizden razı olsun denizce kardeşim. Rabbim acziyetimizi idrak edebilmeyi bizlere nasib etsin.



Sarı humma

Sarı humma virüsü, 45-55 nm. boyundadır ve genetik materyali RNA'dan oluşur.
Humma, ya da sarı humma Grip benzeri bir tablodan, ağır karaciğer hastalığı ve kanamalı ateşe kadar geniş bir hastalık tablosuna yol açan akut viral bir hastalıktır Sarı tabiri bazı hastalarda görülen sarılık semptomundan gelir
Sarı hummaya Flaviviridae ailesinden pozitif iplikçikli tek dizili bir RNA virüsü olan arbovirus sebep olur. Enfeksiyon hastalıklı eklem bacaklının tükürüğünde bulunan virüsü deri yoluyla bırakması sonucunda başlar. Bu sivri sinekler Afrika'da Aedes simpsaloni, A. africanus, ve A. aegypti, Güney Amerika'da Haemagogus cinsi ve Fransa'da Sabethes cinsini kapsar. Enfeksiyondan sonra virüs ilk önce yerel olarak çoğalır bunu takiben bağışıklık sistemi yoluyla vücudun kalanına yayılır
Sarı humma ülkemide yaygın olarak bilinmemekle birlikte dünyada bir çok ülkede görülen, sivrisineklerle bulaşan ve kanamalarla seyreden, öldürücü bir viral hastalıktır.

Bulaşma Yolu: Sarı humma; kentsel ve bazı kırsal alanlardaki enfekte edici Aedes Aegypti sineklerinin, ya da Güney Amerika daki ormanlardaki diğer sineklerin ısırıklarıyla bulaşır. Sinekler gündüzleri ısırmaktadır. Bulaşma olayı 2500 metreye kadar olan yerleşim birimlerinde gözlenebilir. Sarı humma insanları ve maymunları enfekte etmektedir.

Vahşi yaşamın hüküm sürdüğü yerler ve ormanlık bölgelerde, maymunlar enfeksiyonun başlıca deposudur ve enfeksiyonun maymundan maymuna bulaşması sinekler aracılığıyla olur. Enfekte edici sinekler, ormanlık alana giren insanları ısırabilir ve genellikle yerel vakalara ve küçük salgınlara neden olur.

Kentsel bölgelerdeki bulaşmada maymunların rolü yoktur, enfeksiyon sinekler vasıtasıyla insanlar arasında yayılır. Yoğun kitlelerin yaşadığı yerlerde enfeksiyonun vuku bulması, büyük sarı humma salgınlarına sebebiyet verebilir.

Afrika daki nemli savana bölgelerinde ara bir bulaşma modeli yaygındır. Sinekler hem insanları hem de maymunları enfekte eder ve böylece lokal salgınlara neden olurlar.

Hastalığın Belirtileri Nelerdir? Bazı enfeksiyonlar belirti vermese de, birçok enfeksiyon iki safha halinde hastalığa neden olur. Başlangıçta; ateş, kas ağrısı, baş ağrısı, titreme, iştahsızlık, mide bulantısı ve/veya kusma ve sıklıkla kalp atışında yavaşlama görülür. Hastaların yaklaşık %15 i birkaç gün içinde ikinci safhaya girerler: Yeniden ateş çıkması, sarılık gelişmesi, karın ağrısı, kusma ve kanama belirtileri. Bu hastaların yarısı ilk belirtilerin başlamasından 10-14 gün sonra ölürler.

Nerelerde Görülür?

Sarı humma virüsü, Afrika nın bazı tropikal bölgelerinde ve Amerika nın orta ve güney bölümlerinde lokal olarak yaygınlık gösterir. 1980 lerin başından beri salgınların sayısı artmaktadır. Vektörün ve uygun primat konakların mevcut durumda olmasından dolayı diğer ülkeler de sarı humma riskini taşımaktadırlar (henüz hiçbir sarı humma vakasının tespit edilmediği Asya da dahil).

Yolcular için Riski: Sarı hummanın yaygınlık gösterdiği yerlere seyahat eden kişiler risk altındadırlar. Ormanlık bölgelere ve vahşi ortamlara giren kişiler için risk çok daha fazladır. Enfeksiyona maruz kalma riski, sinek ısırmalarına karşı tedbir alınarak ( Koruyucu elbiseler, cibinlik, sivrisinek kovucu preparatlar) azaltılabilir Sarı hummayı taşıyan sineklerin daha çok gündüzleri ısırdığı unutulmamalıdır

Hastalıktan Korunma: Aşı olma. Bazı ülkelerde, o ülkeye gelen kimseler için sarı humma aşısı olma şarttır

Aşı

Hastalık, bağışık olmayan yetişkinlerde ölümle neticelenebilir ancak sarı humma aşısı yüksek oranda etkilidir ( yaklaşık %100). Sarı hummanın bulaşma riskinin olduğu bölgeler veya ülkelere giden her yolcunun aşı olması tavsiye edilmektedir. Ülke içindeki seyahatler için; kentlerden, sarı humma vakalarının sık görüldüğü alanlara (Amerika nın güneyi ve Afrika) yapılan yolculuklar için aşı olunması önerilmektedir (haritaya bakınız). Bu durum, bu ülkelerde hastalığın resmi olarak rapor edilmediği hallerde de geçerlidir.

Not: Yolcuların kişisel koruma amaçlı olarak aşı olması zorunlu bir gereksinim değildir.

Sarı Humma Aşısı Kimlere Yapılır?

Vakaların sık görüldüğü bölgelere giden tüm yolculara yapılır. 9 ayını doldurmamış bebekler için kullanılmaz, gebelikte de kısıtlamalar vardır.

Aşının türü : Canlı viral aşı 10 yılda 1 yapılır.

Aşı Uygulanmayanlar : Yumurta alerjisi; ilaç, hastalık ya da semptomatik HIV enfeksiyonundan dolayı bağışıklık baskılanması; önceki bir doza karşı aşırı duyarlılık; gebelik

Gitmeden Önce : Uluslararası aşılama sertifikası, aşılandıktan 10 gün sonra geçerlilik kazanır,

ZORUNLU AŞILANMA

Sarı hummaya karşı zorunlu aşılanma, hassas ülkelere yurt dışından sarı humma virüsünün gelmesini önlemek için yerine getirilmektedir. Bu ülkeler sarı hummanın görülmediği ancak taşıyıcı sineklerin ve insan olmayan konakların bulunduğu ülkelerdir. Virüsün enfekte bir yolcu vasıtasıyla ülkeye ithal edilmesi, enfeksiyonun potansiyel olarak sinekler ve primatlara (maymunlar vb.) yerleşmesine neden olabilecek, bu da yerel toplumda bir enfeksiyon riski oluşması sonucunu doğuracaktır. Böyle vakalarda, sarı humma bulaşma riskinin bulunduğu ülkelerden gelen tüm yolcular için -havaalanından transit geçiş yapmışlar da dahil, aşılama bir giriş koşuludur.

Eğer sarı humma aşılaması tıbbi nedenlerden dolayı bir kontrendikasyon ise bundan muaf tutulabilmek için bir sağlık sertifikası istenir.

Uluslar arası sarı humma aşılama sertifikası, aşı olunduktan 10 gün sonra geçerlilik kazanır ve 10 yıl boyunca geçerli sayılır.

Yolcuların, aşılama sertifikası istenmemesi durumunu, o ülkede sarı hummaya maruz kalma riski olmadığı şeklinde yorumlanamayacağını unutmamaları gerekir.
Yararlanılan kaynak: Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü


Bilim ve Teknoloji

MollaCami.Com