Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Üç Kör

Resûl-i Ekrem aleyhissalatu vesselam, o gün, Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Ebu'l-Hakem bin Hişâm (nâm-ı diğer Ebu Cehil), henüz iman etmemiş olan amcası Abbas bin Abdulmuttalib, Ümeyye b. Halef, Velid b. Muğîre gibi Mekke'nin ileri gelen kişileriyle oturmuştur. Onlara tevhid hakikatini anlatmakta ve imana davet etmektedir. İbn Ümmi Mektûm, kendisine yol gösteren birisiyle birlikte, işte tam bu esnada çıkagelir. Resûl-i Ekrem'in sesini duyunca ona yönelir ve?ihtimal ki, âmâ olduğu için Resûl-i Ekrem'in içinde bulunduğu durumu göremediğinden?"Yâ Rasûlallah! Bana Kur'an okut, Allah'ın sana ta'lim ettiklerinden bana da öğret!" ricasında bulunur. Bu zamansız müracaat Resûlullah'ın canını sıkar; İbn Ümmi Mektûm'a iltifat etmez. Elbette, muhtaç, kör bir insanı hakir görmekten değildir bu. Bir kavmin topyekün hidayeti bir ferdin hidayetinden daha büyük olduğuna göre, Resûl-i Ekrem ihtimal ki kavmin ileri gelenlerinin tevhidi kabul etmesinin çok insanın hidayetine kapı açacağı düşüncesiyle, müşriklerle konuşmasına devam eder. İbn Ümmi Mektûm'un ısrarcı tutumu karşısında da, ondan yüz çevirir. Ve çok geçmez, Abese sûresindeki âyetlerle itab edilir.

"Hoşlanmadı ve yüz çevirdi. Kendisine o âmâ geldi diye. Nereden çıkardın onun istifade edemeyeceğini? Belki o temizlenecekti?hakikatleri tam olarak görebilecek bir hale gelecekti. Yahut bir hatırlatma olacaktı da, bu hatırlatma ona bir fayda verecekti."

"Dileyen bir kimse için bir hatırlatmadır" denilerek, ancak haşyet içerisinde ve temizlenme kasdıyla gelenlerin istifade edebileceğine dikkat çekilir âyetin devamında. Sonra, Hakîm-i Rahîm, müstağni tavırlar içerisindeki birilerinin?her kim olursa olsun?haşyet ve ihtiyaç içerisinde koşarak gelmiş birine tercih edilemeyeceğini ifade eder. Kur'ân ise istiğna içerisinde hiçbir ihtiyaç emaresi göstermeyenlere anlatılmayacak denli değerlidir. Buna, Kur'ân'ın "kerim sahifelerde, tertemiz ve yüce" olduğu söylenerek işaret edilir sûrenin devamında:

"İhtiyaç göstermeyene gelince, sen onun sözüne yöneliyorsun. Onun temizlenmesinden sana ne? Ama o (âmâ) sana koşarak ve korkarak gelmişken, sen ondan yüz çeviriyorsun. Hayır! Bu Kur'ân ancak bir hatırlatmadır. Hatırlamayı?öğüt almayı?dileyen için. O kerim sayfalardadır. Yüce ve tertemiz! Kerim ve tertemiz elçilerin (meleklerin) elleriyle yazılmıştır."

Bundan sonra ihtar üç ayrı muhataba beraberce yönelerek devam eder. Bir taraftan bu kadar kat'î delillere, hüccetlere rağmen küfründe ısrar eden ehl-i şirke "Kahrolası insan ne nankör şey!" diye tokat vurulurken; diğer taraftan ortada duranlara, hiçten var ediliş; yani, hallâkiyet delilleri sunulur. "Hayır! İnsan emredileni gerçekten tam olarak yerine getirebilmiş değil" derken, insanın ubudiyet için yaratıldığına dikkat çekilir. Niçin yaratıldığına; neticede gidilecek yere ve haşir meydanının ahvaline dair mesajlar verilir. "O gün kaçacak kişi kardeşinden, annesinden-babasından, eşinden ve evladından. Herkesin kendine yetecek denli derdi, meşguliyeti vardır" denilerek, insanın "insanlar kendisini ayıplamasın" diye harcadığı ebedi hayatın başlangıcında insanlardan, hatta en sevdiklerinden kaçar hale geleceği hatırlatılır. Böylece insanların genelinin en büyük takıntısı olan sosyal puta darbeler indirilir. "Birtakım yüzler vardır ki, o gün parıldar, güler sevinir. Bazı yüzler ise o gün toz toprak içindedir. Onları o gün karanlık ve karalık kaplayacaktır. İşte bunlar kafirler ve facirlerdir" âyetleriyle insana fikrî ve amelî yaşantısının neticeleri gösterilir. Hayra rağbet, şerre nefret temin edilir. Özelde ise, Resûl-i Ekrem'e (a.s.m.), İbn Ümmi Mektûm'a (r.a.) karşı olan tavrındaki hata gizli bir ders niteliğinde ihtar edilir.

"Bakmaz mı insan neden yaratıldı? Bir nutfeden yaratıldı! Sonra onun?şeklini ve halini?takdir etti. Sonra ona yolunu kolaylaştırdı. Sonra öldürdü de kabre koydu. Daha sonra onu yeniden diriltecek. Hayır! İnsan emredileni gerçekten tam olarak yerine getirmiş değildir. İnsan yediği yiyeceğe bir baksın. Gerçekten biz yağmuru bol bol yağdırdık. Sonra arzı bir yarış ile yardık. Böylece onda bitirdik taneler. Üzümler, yoncalar; zeytinler, hurmalar; ağaçları yüce bahçeler, meyveler, nice çayırlar [bitirdik]. Sizin ve hayvanlarınızın menfaati için."

Böylece kemiyet-keyfiyet ekseninde örneklerle mesele açılarak bir hakikat ispat edilir: Aslolan, asla bakan "keyfiyet"tir.

Önce insanın yaratılış mayesine dikkat çeken Kur'ân-ı Hakîm, sonra yenilen şeylerin topraktan çıkarılışını nazar-ı dikkate sunar. Atılmış bir tutam sudur insan bir zamanlar. Bir tek hücredir. Kör bir tek hücreden; milyarlarca hücreden müteşekkil, görebilen işitebilen konuşabilen bir vücud ümmetini yaratıp ortaya koyan bir Zât-ı Kadîr; elbette İbn Ümmi Mektûm'u da bir ümmet yapmaya muktedirdir. Kasavetli lezzetsiz bir topraktan ve kuru kör bir tohumdan gözlere ve dillere şifa ve gıda olan nimetleri halkeden bir Hâlık-ı Rahîm; kör bir mü'mini gönüllere şifa ve kalplere gıda yapmaya da muktedir demektir.

Nasıl ki, o atılmış bir damla suyun içerisindeki o bir tek hücrenin merkezinde yerleşmiş olan çekirdeğindeki potansiyel ateşlenip; bir ümmete rehberlik ederek, ettirilerek bir ümmet haline getiriliyor.. bir hücrenin yolculuğu bir nevi ümmetle neticeleniyor.. Öyle de haşyet içerisinde ümit ederek gelmiş birinin, bir mü'minin kalbindeki potansiyel ateşlenip bir ümmet haline getirilebilir ki; Hz. Muhammedü'l-Arabî aleyhissalatu vesselam çekirdeğinden halkedilen şu ümmet bunun fiilî bir örneğidir ve buna Resûl-i Ekrem'in kendisi de bi'setten kısa bir süre sonra gerek vahyen, gerek fiilen şahitlik edecektir.

Fakat herhangi bir şey değil; görüyoruz ki, mahiyeti müsait bir su bir insan haline getiriliyor. Yine istidad cihetiyle müsait birşey ve mahiyeti müsait bir toprak nimetlere, meyvelere dönüştürülüyor. Normal bir su bir çocuğa dönüşmüyor. Tohum yerine küçük bir taş gömsek veya toprağa değil de tuza gömsek olmuyor. Filiz ve meyve vermiyor gömülen şey.. Yani, istidadın ve şartların müsait olması gerekiyor.

İnsan ise fıtrî açılımlara aşk derecesinde muhtaç ve kabiliyetlidir. Fıtratı tahrip olmadığı sürece de beka çağrılarına kalb kulağı açık, teslime nefsi müsaittir. Koşarak gelmiş birinin ise kapıları sonuna kadar açık demektir. Atılan tohumdan bir mevsimlik bir yeşillik mi, yoksa bir asırlık bir ağaç mı, ya da bir ormanın önsözü olabilecek bir istidadın uyanışının mı çıkacağını ise; ancak, Onun Hâlıkı olan Rabb-ı Rahîm bilebilir. Yapılması gerekenler yapıldıktan sonra Zât-ı Akdes'in vazifesine karışmamak ise, ubudiyet makamında olması gereken insanın içerisinde bululnduğu, içerisinde bulunduğumuz halin gereğidir.

Öte taraftan beka arzularıyla donatılmış insanın, bekaya dair çağrılara müstağni kalması; ya fıtrat cihetiyle bir tahribata maruz kalındığını, ya da beka çağrılarının fıtratı uyandırmasına mani arazların bulunduğunu ifade eder ki; her hâlükârda böyle bir muhataba ısrarlı çağrı hem hakikatin, hem de hakikate çağıranın değerini ve vakarını kırarak sonraki olası açılışların önünü kapatma riski taşıyacaktır.

Gördüğümüz cihetiyle Cenab-ı Hak Habibini böylesi risklerden, şefkatli bir ihtar mahiyetindeki Abese sûresiyle muhafaza etmiştir ve onu bizim için yanlışa düşmeyen değil, düştüğü yanlışta ısrar etmeyen; fark ettiği, ettirildiği yerde dönen dosdoğru bir rehber kılmıştır.

Salih Özaytürk

"Hoşlanmadı ve yüz çevirdi. Kendisine o âmâ geldi diye. Nereden çıkardın onun istifade edemeyeceğini? Belki o temizlenecekti?hakikatleri tam olarak görebilecek bir hale gelecekti. Yahut bir hatırlatma olacaktı da, bu hatırlatma ona bir fayda verecekti."

ifadenin muhteşemliğine bakın ya...
peygamberi bile olsa..kuluyla arasına kimseyi almıyor...
paylaşım çok hoştu kardeşim....
allah razı olsun...

Allah sizlerdende razı olsun okuyan gözlere sağlık


Hutbe ve Vaazlar

MollaCami.Com