Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Ses dalgalarının özellikleri ve sesin algılanması

SES DALGALARININ ÖZELLİKLERİ ve SESİN ALGILANMASI


GİRİŞ:

Sesler ve işitme duyumuz, dünyayı algılamamızda, çevremize göre davranışlarımızı düzenlememizde ve dahası, yaşamdan keyif almamızda rol oynayan çok önemli aracılardır. Ses dalgaları olarak bildiğimiz fiziksel etkileri sinirsel sinyallere dönüştürerek, beynimizin algılayabileceği bir hale sokan işitme sistemi, bir çok farklı düzeyde oldukça karmaşık bir yapılanma sergiler. Bu karmaşık sistem sayesinde, konuşarak anlaşabiliyoruz, tehlikeden haberdar olup uzaklaşabiliyor ya da doğadaki binlerce güzel ve ahenkli sesin tadına varabiliyoruz.

İlerleyen sayfalarda insan işitme sisteminin yapısına ve çalışmasına dair ayrıntılı bilgileri bulacaksınız. Ancak özet halinde sunabildiğimiz bu bilgiler, işitme sistemimizin nasıl işlediği hakkında bir fikir vermek ve daha da önemlisi, her gün farkında olmadan bedenimizde işleyen sayısız karmaşık mekanizmadan sadece bir kaçına ışık tutabilmek amacıyla derlenmiştir. Umuyoruz, bu sayfaları ziyaret edenler de, işitme mekanizmamıza en az bizim kadar hayret edip, artan meraklarıyla bilgilerini derinleştirme yoluna giderler.

SES DALGALARININ FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ

Dalgalar genel olarak, mekanik ve elektromanyetik dalgalar olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Elektromanyetik dalgalar, yayılmak için bir ortama ihtiyaç duymazlar ve boşlukta da yayılabirler. Mekanik dalgalar ise, enerjilerini aktarabilmek için ortam taneciklerine ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden boşlukta (örneğin uzayda) yayılamazlar. Ses dalgaları da mekanik dalgalar olduklarından yayılmak için maddesel bir ortama ihtiyaç duyarlar.
Ses, nesnelerin titreşiminden meydana gelen ve uygun bir ortam içerisinde (hava, su vb.) bir yerden başka bir yere, sıkışma (compressions) ve genleşmeler (rarefactions) şeklinde ilerleyen bir dalgadır. Dolayısıyla ses, bir basınç dalgasıdır.


1960 tarihli bu fotoğrafta, özel bir ses merceği ve özel bir görüntüleme yöntemi kullanılarak, sol tarafta görülen kornadan çıkan ses dalgalarının görüntüsü elde edilebilmiştir (Bell Telephone Laboratory).


Şimdi, ses dalgalarının genel özelliklerini kısa başlıklar altında inceleyelim:

Frekans (sıklık): Bir dalganın frekansı, dalganın hava veya başka bir ortam içinden geçerken ortamdaki partiküllerin ne sıklıkta titreştiğine bağlıdır. Frekans ileri geri titreşimlerin zamana bağlı olarak ölçülmesi ile hesaplanır. Saniyedeki titreşim sayısı özel olarak Hertz birimi ile ifade edilir (1 Hertz = 1 döngü/saniye).

Yüksek frekans değerleri için Hertz'in bin katı olan ‘kilohertz’ (kHz) birimi kullanılır. İnsan kulağının duyabildiği sesler 20 ile 20000 Hz (20kHz) arasında frekansa sahip olabilir. Eğer bir frekans 20 Hz'in altında ise bu tür titreşimlere ‘ses altı’ titreşimler, frekans 20 kHz' in üzerinde ise bunlara da ‘ses üstü’ titreşimler denilmektedir.

Genlik (amplitüd): Genlik, ses dalgalarının dikey büyüklüğünün bir ölçüsüdür. Ses dalgalarını oluşturan sıkışma ve genleşmeler arasındaki fark, dalgaların genliğini belirler.
Ses dalgaları havada veya başka bir ortamda titreşen objeler tarfından üretilir. Örneğin titreştirilen bir gitar teli, yaptığı periyodik salınım hareketi ile, hava moleküllerinin belli bir frekansta sıkışmasını ve genleşmesini sağlar. Bu şekilde teldeki enerji havaya iletilmiş olur. Enerjinin miktarı, teldeki titreşim genliğine bağlıdır. Eğer tele fazla enerji yüklenirse, tel daha büyük bir genlikle titreşir. Teldeki titreşim genliği ne kadar fazla ise ortam tanecikleri (örneğin hava molekülleri) tarafından taşınan enerji de o kadar fazladır. Enerji ne kadar fazla ise sesin şiddeti de o kadar büyük olacaktır. Bu ifadeler, titreşen tüm cisimler için geçerlidir.

Dalga boyu: Bir dalganın ardışık iki tepe veya iki çukur noktası arasındaki mesafe bize dalga boyunu verir. Dalga boyu l (lambda) ile gösterilir.



Bir basınç dalgası olan sesin grafiksel gösterimi. Grafiklerde koyu renkli bölgeler sıkışmaları, açık renkli bölgeler ise genleşmeleri simgelemektedir. Eğriler ise bu sıkışma ve genleşmelerin iki boyutlu grafiksel temsilleridir. Dikkat edilirse, sıkışma miktarı arttıkça (yüksek seste olduğu gibi) sesin şiddeti de artmaktadır.


Ton: Müzikte, diatonik (doğal major) gamda bir ‘tam aralık’ olarak tanımlanan ton, belli bir frekansta ve perdede üretilen saf ses anlamında kullanılır. Örneğin bir ses çatalı (diyapozon) titreştirildiğinde ortaya çıkan 440 Hz frekansındaki ‘Do (C)’ notası, saf bir tondur. Saf tonlar doğal ortamda fazla karşılaşılmayan ve genellikle müzik aletleri veya ses üreteçleri aracılığıyla üretilen seslerdir. Yüksek frekanslı (yüksek perdeden) sesler tiz, düşük frekanslı (düşük perdeden) sesler pes (bas) olarak algılanır.

Tını: Sesin ‘rengini’ ifade eden bir terimdir. Aynı oktavda, aynı notayı (tonu) aynı yoğunlukta ve aynı uzunlukta çalan bir kemanla bir flüt arasındakı temel fark, ‘tını farkı’dır. Enstrümanları oluşturan bileşenlerin doğal frekanslarındaki farklılıklar, sonuçta oluşan sesin farklı bir tınıda olmasını sağlar. Bu sayede, farklı müzik aletlerinden çıkan özdeş notaları kolaylıkla ayırdedebiliriz. Tını, sesin harmonik (doğuşkan) yapısına bağlı olarak değişir.

Sesin Şiddeti ve Desibel Ölçeği: Şiddet, ses dalgalarının taşıdıkları enerjiye bağlı olarak birim alan uyguladıkları kuvvettir. Birimi genellikle ‘metrekare başına Watt’ (W/m2) olarak ifade edilir. Sesin şiddeti, ses kaynağına olan uzaklığın karesi ile ters orantılıdır.

Desibel (dB): İnsan kulağı çok düşük ve çok yüksek şiddette sesleri duyabilme yeteneğine sahiptir. İnsan kulağının algılayabileceği en düşük ses şiddeti, ‘eşik şiddet’ olarak bilinir. Kulağa zarar vermeden işitilebilen en yüksek sesin şiddeti ise, eşik şiddetinin yaklaşık 1 milyon katı kadardır. İnsan kulağının şiddet algı aralığı bu kadar geniş olduğundan, şiddet ölçümü için kullanılan ölçek de 10'un katları, yani logaritmik olarak düzenlenmiştir. Biz buna ‘desibel ölçeği’ adını vermekteyiz. Sıfır desibel mutlak sessizliği değil; işitilemeyecek kadar düşük ses şiddetini (ortlama 1.10-12 W/m2) gösterir.

Desibel, bir oranı veya göreceli bir değeri gösterir ve ‘bel’ biriminin 10 katıdır. Alexander Graham Bell' in anısına bel adı verilen birim, iki farklı büyüklüğün oranının logaritması olarak tanımlanmaktadır. Yani ‘1 bel’, birbirlerine oranları 10 olan iki büyüklüğü göstermektedir (örneğin 200/20). Bu oranın çok büyük olmasından dolayı ''Desibel'' adı verilen ve oranların logaritmasının 10 katı olarak tanımlanan birim daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu sayılardan biri bilinen bir sayı olarak alındığından, Desibel; söz konusu bir büyüklüğün (Pi) referans büyüklüğe (Pref) oranının logaritmasının 10 katıdır (dB=10.log [Pi/Pref]).

dBA ise insan kulağının en çok hassas olduğu orta ve yüksek frekansların özellikle vurgulandığı bir ses değerlendirmesi birimidir. Gürültü azaltması veya kontrolünde çok kullanılan dBA birimi, ses yüksekliğinin sübjektif değerlendirmesi ile ilişkili bir kavramdır.

Eşik şiddetindeki ses ‘sıfır’ desibeldir ve 1.10-12 W/m2 değerine eşdeğerdir. 10 kat daha şiddetli ses 1.10-11 W/m2; yani 10 dB iken, 100 kat daha şiddetli ses 20 dB’dir. Aşağıdaki tabloda, günlük hayatta sıklıkla karşılatığımız bazı ses kaynakları ve bunların ürettiği seslerin desibel olarak şiddetleri karşılaştrıma amacıyla verilmiştir.




Ses dalgaları enerjilerini 3 boyutlu ortamda taşırken, kaynaktan uzaklaştıkça ses dalgalarının şiddeti azalır. Artan uzaklıkla birlikte ses dalgalarının şiddetinin azalması ses dalgalarındaki enerjinin daha geniş alanlara yayılmasından kaynaklanır. Ses dalgaları 2 boyutlu bir ortamda dairesel olarak yayılır. Enerji korunduğu için enerjinin yayıldığı alan arttıkça güç azalmalıdır. Şiddet ve uzaklık arasındaki ilişki ters-kare ilişkisidir. Bu yüzden kaynağa olan uzaklık 2 katına çıktığında şiddet ¼ 'üne düşer. Benzer şekilde kaynağa olan uzaklık ¼ 'üne düştüğünde şiddet 16 katına çıkar. Uzaklık arttıkça sesin şiddeti, uzaklığın karesi oranında azaltır. Aşağıdaki tabloda şiddet ve uzaklık arasındaki ilişki gösterilmiştir:

KULAK
Sesleri algılayan duyu organımız kulaklarımızdır.

Kulak üç temel kısımdan oluşmuştur:

Dış kulak
Orta kulak
İç kulak

Kulağın her bir kısmı özel bir amaçla sesi algılamak için çalışmaktadır. Dış kulak ses dalgalarını toplayıp orta kulağa iletmekten; orta kulak aldığı ses dalgalarının enerjisini değiştirerek sıkıştırılmış dalgalar şeklinde iç kulağa iletmekten sorumludur. İç kulak ise aldığı bu ses dalgalarını sinir sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir ve beyinde sesin algılanıp yorumlanması gerçekleşir.

DIŞ KULAK

Dış kulak kulak kepçesi ve kulak kanalı olmak üzere 2 kısımdan oluşmuştur. Kulak kepçesi özgül şekli sayesinde ses dalgalarını toplamaktan sorumludur. Bu yapı ayrıca, sesin gelme yönünü ayırdetmemizi de sağlar. Kulak kepçesinden giren dalgalar yaklaşık 2 cm uzunluğunda olan kulak kanalından geçerek kulak zarına gelir. Bu aktarım esnasında, kulak kanalı ve kulak kepçesinin yapısından dolayı, özellikle 3000 Hz frekansındaki sesler, şiddetleri artırılarak orta kulağa gönderilir (dış kulağın transfer fonksiyonu). Esas olarak basınç dalgaları olan ses dalgaları, kulak zarına çarparak titreşmesine neden olurlar.



Dış kulağın transfer işlevinin ses dalgalarına etkisi. ‘m’ ve ‘p’ ile gösterilen eğriler sırasıyla kulak yolu ve kulak kepçesinin farklı ses frekanslarına nasıl etki ettiğini göstermektedir. Bu iki etkinin toplamı ise ‘t’ ile gösterilen eğriyle temsil edilir. Buna göre kulak kepçesi ve dış kulak yolu, yaklaşık 3000 Hz (3kHz) frekansa sahip ses dalgalarını diğerlerine oranla daha şiddetli biçimde orta ve iç kulağa yansıtmaktadır.


ORTA KULAK

Orta kulak, kulak zarı ve birbirine eklemlenmiş 3 tane kemikçikten oluşan hava dolu bir boşluktur. Bu 3 kemik dıştan içe doğru sırasıyla çekiç (malleus), örs (incus) ve üzengi (stapes)’dir. Kulak zarı oldukça gergin bir yapıdır ve zarın titreşim frekansı gelen ses dalgasının frekansı ile aynıdır. Kulak zarı çekiç kemiği ile bağlantılı olduğundan, zarı titreştiren ses dalgaları aynı zamanda çekiç kemiğini de titreştirir ve çekicin hareketi diğer iki kemiği (örs ve üzengiyi) de hareket ettirir. Üzengi tabanının iç kulaktaki oval pencereyle bağlantılı olması sayesinde, bu titreşimler iç kulağa iletilir.





İşitme sisteminin anatomisi ve orta kulak kemikleri. Orta kulaktaki üç kemik adeta bir kaldıraç gibi çalışarak sesin şiddetini arttırarak iç kulağa iletirler. “Kaldıraç teorisi”ne göre ses dalgaları büyük alanlı kulak zarından küçük bir alana sahip olan üzengiye geldiğinde yoğunlaşır ve ses yaklaşık 15-20 defa büyütülerek iletilir.
Orta kulak boşluğu, geniz (farinks) boşluğuna “Eustachi [östaki] borusu” (tuba auditiva) denen bir kanal ile bağlıdır. Bu bağlantı geniz ve orta kulak boşlukları arasında bir basınç eşitleyici görevi görür. Bu tüp herhangi bir nedenle tıkandığı takdirde basınç eşitlenemez ve bu kulak ağrısı gibi problemlere neden olabilir.


Orta kulaktaki kemikçiklerin bağlantılı olduğu kaslar (m. tensor timpani; m. stapedius) bazı durumlarda kasılarak kokleayı aşırı yüksek seslerden koruma ve gürültülü ortamlarda düşük frekanslı seslerin maskeleme işlevi görürler.

İÇ KULAK

İç kulak, denge ile ilişkili olan ‘vestibüler sistem’ ve işitme merkezi olan ‘koklear sistem’i içeren karmaşık yapılı bir bölgedir. Bir sonraki bölümde, iç kulakta sesi algılamayı sağlayan yapıları inceleyeceğiz...

tşkkrlr....

KOKLEA
Kokleanın Anatomisi ve Fizyolojik Özellikleri

Koklea Yunanca’da salyangoz anlamına gelen cochlos sözcüğünden türetilmiştir. Giderek azalan çapı ile kendi üzerine yaklaşık 3 defa kıvrılıp kör olarak sonlanan bir sarmal kemik sistemidir. İçerisinde içi sıvı dolu 3 tane tüp bulunur. Kokleadan enine kesit alındığında bu tüpler yukardan aşağıya doğru “skala vestibüli” (vestibüler boşluk), “skala media” ve “skala timpani” şeklinde sıralanırlar. Scala media diğer 2 bölümü koklea boyunca ayırır ancak helikotremada (kokleanın sonu) skala vestibuli ve skala timpani birleşirler.



Sesin dış kulaktan iç kulağa kadar izlediği yol. Koklea ve yarım daire kanalları mavi renkle gösterilmiştir. Ses dalgası (kırmızı dalgalı ok) kulak zarını titreştirir, bu titreşim orta kulak kemiklerine aktarılır (kahverengi) ve buradan da oval pencere aracılığıyla koklea içi sıvıya aktarılır. Koklea ve kanal yapısı kesilmiş halde görülüyor.



Kokleanın kesiti ve sesin izlediği yol. Oval pencereden giren ses, skala vestibuli içinde seyrederek, helikotremada skala timpaniye geçer ve bu sırada frekansına bağlı olarak Corti organının uygun bölgesini uyarırlar (ayrıntılı bilgi için kokleanın işlevi ve Corti organı bölümlerine bakınız).



Kokleanın boyuna kesiti. Şekilde kokleanın üçlü kanal sistemi ve sarmal yapısı net olarak görülmektedir. Skala vestibuli (3) ile skala timpani (4) arasında yer alan skala media (2) ve içindeki Corti organına bağlı siniriler, tüm koklea boyunca 'spiral ganglion' (1) adı verilen ganglionlarla kokleadan ayrılırlar. Bu ganglionların uzantıları daha sonra kokleanın orta kısmında (sarı renkle gösterilen) kalın bir sinir lifi demeti olan koklear siniri (işitme sinirini) (6) oluştururlar. Bu sinir, hem kokleadan gelen gelen sese bağlı duyu sinyallerini beyin ve ilişkili merkezlere taşır, hem de koklea aktivitesini düzenlemek üzere merkezi sinir sisteminden gönderilen sinyalleri merkezden kokleaya iletmekle görevli sinir liflerini içeirir.
Kokleanın tepe kısmı 'helikotrema' adını alır ve skala timapani ile skala vestibuli bu kısımda birbirleri ile birleşirler. Skala media ise kapalı bir uç halinde helikotremada sonlanır.


Kokleanın üç boyutlu yapısını daha iyi anlamak için şöyle bir örnek verebiliriz. Birbirleriyle aynı boyda fakat birisinin çapı diğerinden daha geniş iki adet uzun cam tüpümüz olsun. Bu tüplerden ince olanını kalın olanının içine yerleştirdiğimizi ve daha sonra bu iki tüplü sistemi sarmal bir şekilde kendi üzerine katladığımızı düşünelim. Burada ince tüpümüz skala media'yı, kalın tüpümüzün skala media tarafından bölünen alt ve üst kısımları ise sırasıyla skala timapni ve skala vestibuliyi temsil edecektir. En uçta, kalın tüpün içeriği kesintiye uğramazken, ince tüpümüzün ucu burada kapalı şekilde sonlanacaktır.

Skala media, stria vaskülaris denen özel damar ağının aktivitesine bağlı olarak sentezlenip salgılanan, potasyum derişimi oldukça yüksek bir sıvıyla (“endolenf” sıvısı ile) doludur. Skala media ile skala vestibuli’yi ‘Reissner zarı’ ayırır. Skala timpani ile skala media’yı ise “baziler zar” ayırır. Skala timpani ve skala vestibüli, perilenf sıvısı ile doludur. Endolenf ve perilenf sıvıları birbirlerine karışmaz.


İç kulaktaki koklea kanal sisteminin enine kesitini sembolize eden şematik çizim. Üç adet skala ve ortasındaki Corti organı ile, buradaki reseptör hücrelere bağlı sinirler gösterilmiştir.


Baziler zar oldukça kompleks bir yapıdır ve üzerinde “Corti organı”nı taşır. Corti organı baziler membranın skala media yüzünde yer alan, duyu (tüy) ve destek hücrelerinden oluşan reseptör organıdır. Corti organındaki tüy hücreleri üst kısımlarından ‘tektoryal zar’ denilen bir yapı ile ilişki içindedir.


SESİN KOKLEAYA GELİŞİ VE BAZİLER ZARDAKİ DEĞİŞİMLER
Stapes (üzengi) kemiğinin tabanı, kokleanın tabanında bulunan ve kokleanın girişini oluşturan ‘yuvarlak pencere’ ile temas halindedir. Stapes tabanının oval pencereye doğru hareketi perilenf sıvısını skala vestibuli boyunca hareket ettirir. Bu hareket helikotremadan skala timpaniye geçerek oval pencerenin alt kısmında bulunan yuvarlak pencereyi dışarı doğru iter. Perilenfin bu hareketi hem endolenfin hem de baziler membranın titreşmesine neden olur.


Baziler zar, skala mediayı scala timpani’den ayıran fibröz bir membrandır. Helikotremaya doğru gittikçe genişleyen bir yapıya sahip olan membran 20.000-30.000 kadar baziler lif içerir. Bu lifler membranın başlarında kısa ve kalın iken kokleanın tepesine doğru gittikçe boyları uzar ve çapları küçülür. Bu nedenle baziler membran oval pencere yakınında dar ve sert iken apikal uçta daha geniş ve esnektir. Zardaki bu değişkenlik ile gelen sesin frekansına göre baziler zarın farklı pozisyonlarda titreşmesi sağlanır. Her maddenin, bileşimine bağlı olarak belli bir doğal frekansı olduğuna göz önüne alırsak, baziler zarın dar ve sert olan baş kısmının doğal frekansı, daha geniş ve esnek olan apikal ucun doğal frekensından yüksektir. Dolayısıyla her bir ses frekansı baziler zarın özel bir bölgesini diğerlerine göre daha fazla titreştirir ve titreşimin miktarı da gelen dalganın genliği (şiddeti) ile orantılıdır.Yüksek frekanslı bir ses dalgası, zarın doğal frekansının yüksek olduğu ilk kısımlarında rezonans oluşturup en yüksek düzeyde titreşime neden olurken; düşük frekanslı sesler de zarın, doğal frekansı düşük olan son (helikotrema) kısmında en fazla titreşimi oluştururlar. Bu mekanik ses ayarı sonucunda kokleanın baş kısmındaki tüy hücreleri ve dolayısıyla sinaps yaptıkları nöronlar yüksek dalga boylu seslerde daha çok uyarılırken; düşük frekanslı seslerde bunun tam tersi söz konusudur. Kısacası, işitilen selerin frekans analizi ilk olarak kokleada, baziler zar sayesinde gerçekleştirilir. Bu gün, hızlı bilgisayarlarımızla ancak gerçekleştirebildiğimiz frekans analizleri, milyonlarca yıldır baziler zarlar tarafından oldukça kolaylıklar yapılıp durmaktadır!

Farklı ses frekanslarının belirlenmesi için sinir sistemi tarafından kullanılan ana yöntem baziler zar üzerinde en fazla uyarılan konumların saptanmasıdır. Bu olaya ses frekansının saptanması için kullanılan “yer ilkesi” adı verilir.

KORTİ ORGANI VE SESİN SİNİRSEL SİNYALLERE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ
Korti organı baziler zardaki titreşimlere yanıt olarak sinir uyarıları üreten reseptör organdır. Korti organı, tüy hücreleri ve destek hücrelerinden oluşur. Tüy hücreleri ‘iç’ ve ‘dış’ tüy hücreleri olmak üzere ikiye ayrılır. Tüy hücre sayısı 16.000 civarındadır ve bunların yaklaşık %80’ini dış tüy hücreleri (DTH) oluşturur. Her bir tüy hücresinin üzerinde stereosilya denilen 30-100 kadar tüy bulunur. Tüy hücrelerinin tabanı baziler membranın üstünde bulunan destek hücrelerine oturur. Üst uçları ise baziler liflerin tabanlarına sıkıca bağlanmış olan üçgen şeklindeki “korti çubukları” ile desteklenerek “retiküler lamina” denen yassı bir plaka şeklindeki sert bir yapıya sıkıca tespit edilmiştir. Böylece baziler lifler, korti çubukları ve retiküler lamina hep beraber set bir birim halinde hareket etmektedir.Tüy hücrelerinin üzerinde bulunan stereosilyumların boyları bir tarafta uzun iken diğer tarafa doğru kısalır. Kısadan uzuna doğru sıralanmış tüyler birbirlerine köprüler yardımı ile tutunmuşlardır.



Corti organının ince yapısı. Üst kısımda Corti organı ve ilişkili yapılar; altta, iç ve dış tüy hücrelerinin ayrıntılı yapısı görülmektedir.



Corti organının çalışma mekanizması. Baziler zarın titreşimi, tektorial zar içine gömülü durumdaki tüy hücre uzantılarının (stereosilya) bükülmesine neden olur. Bu mekanik etki, hücrelerin elektriksel potansiyellerini değiştirerek, ses titreşimlerini elektriksel sinir sinyallerine dönüştürür.


Baziler zarın titreşmesi birbirlerine tutunmuş olan silyaların bir yöne eğilmesine neden olur. Bu eğilme hareketiyle tüylerin tektoryal membrana sürtünmesi tüy hücresinde 200-300 adet katyon iletici kanalın açılmasını sağlar ve yüksek potasyum konsantrasyonu içeren endolenf sıvısında tüy hücrelerine doğru pozitif yüklü potasyum iyonları akar. Bu pozitif yük tüy hücresinin depolarizasyonuna neden olur. Baziler zarın aşağı doğru hareketi ile silyalar zıt yönde bükülür ve hücre hiperpolarize olur. Bu sayede tüy hücrelerinde değişken bir reseptör potansiyeli yaratılarak hücrenin tabanı ile sinaps yapan koklear sinir hücreleri uyarılmış olunur. Böylece tüy hücreleri mekanik enerjiyi nöral sinyallere dönüştürürler.


Tüy hücrelerinin tepe kısımlarında bulunan stereosiliaların elektron mikroskobundaki görünüşleri. Tüycüklerin uzundan kısaya doğru sıralanmalarına dikkat ediniz.


AFFERENT VE EFFERENT SİNİRLERİN İŞİTMEDE ÖNEMİ

Tüy hücrelerinden bilgiyi alıp bunu beyne götüren sinirlere afferent sinirler denirken, beyinden aldıkları bilgiyi tüy hücrelerine getiren sinirlere efferent sinirler denir. Dış tüy hücrelerinin oldukça ilginç bir özelliği “elektromotilite” dir.

Elektromotilite, elektriksel uyaranlara karşı biçim (boy) değiştirebilme özelliğidir. Yani DTH’lerinin boyu efferent sinirlerden aldıkları uyarılarla depolarizasyonda kısalırken, hiperpolarizasyonda uzar. Bu sayede DTH’ler baziler membranın hareketine mekanik bir enerji sağlayarak ses sinyalinin sinirsel sinyale dönüştürülme sürecine katkıda bulunurlar.

Ayrıca efferent sinirler aldıkları ses uyaranının büyüklüğüne göre afferent sinirler üzerinde duraklatıcı (inhibitor) etki göstererek, iç kulak duyu hücrelerinin uyarılmalarını azaltabilirler. Bu da Corti organının ses algılama miktarını ihtiyaca göre düzenlemeyi sağlar.

İŞİTME YOLLARI
Corti organının spiral gangliyonundan çıkan sinir lifleri temelde sırasıyla dorsal ve ventral koklear çekirdekler, süperiyor oliver çekirdek, lateral lemniskus, inferiyor kollikulus, mediyal genikulat nükleus yolunu izlerler. Farkları sonlanma noktalarıdır; bir kısım ikinci derece nöronlar süperiyor oliver çekirdekte, devam edenlerin az bir kısmı lateral lemniskus nükleusunda, ve diğerleri de inferiyor kollikulusda sonlanır. Hepsi önce dorsal ve ventral koklear çekirdekte; diğerleri ise mediyal genikulat çekirdekte sinaps yaparlar ve işitme yolu işitme radyasyonu ile işitme korteksine ulaşır.



İşitmenin merkezi yolları. Ayrıntılar için metne bakınız.


İşitme yollarında her iki kulaktan liflerin çıkıyor olması nedeniyle beynin iki yanında uzanırlar ve genelde kontralateral (karşı yandaki) yolu izlerler. Ayrıca beyin sapının en az üç bölgesinde çaprazlanırlar (trapezoid cisimde, probst komissüründe ve inferiyor kollikulusları bağlayan komisurda).
Yüksek ses duyarlılığını, sinir sisteminin tamamını aktive eden ve doğrudan beyin sapının retiküler aktive edici sistemine geçen kollateral lifler; ani ses duyarlılığını ise serebellum vermisine giden kollateral lifler düzenler.

Farklı ses frekansları, koklear nükleus, inferiyor kolikuluslar ve işitme korteksindeki işitme birleştirme (association) alanlarında bulunan merkezler tarafından ayrıştırılır.

Ses frekansları primer ve sekonder işitme korteksi (işitme asosyasyonu) tarafından ayırt edilir. Bu işitme korteksleri sesin tonal ve dizgisel kalıplarının birbirlerinden ayrılmasını sağlar. Primer işitme kortekslerinin birinin tahrip edilmesi karşı taraftaki kulakta hafif işitme kaybına neden olurken her iki korteksin tahribi işitme duyarlılığını büyük oranda azaltır.

Sekonder işitme korteksinin tahribi ise kişinin sesin anlamını yorumlayamamasına neden olur. Sesin geldiği yönün belirlenmesinde ise sesin her iki kulağa giriş zamanları ve her iki kulakta algılanan seslerin şiddetleri arasındaki farktan yararlanılır.



İşitme korteksinin “tonotopik” organizasyonu. İşitme korteksi, kokleadan gelen verilerin tonotopik olarak temsil edildiği bir kortikal haritaya sahiptir. Buna göre, kokleanın ilk kısımlarından gelen yüksek frekans sinyalleri işitme korteksinin daha arka bölümüne (posterior), son kısımlarından (helikotrema’dan) gelen düşük frekanslı sinyaller ise işitme korteksinin ön (anterior) bölümüne ulaşır. Böylece işitme korteksi, sesin frekans analizini bozulmadan algılamış olur.


Burada işitme ile ilgili olarak açıklanan olaylar, sadece bu güne kadar saptanabilmiş mekanizmaların küçük bir kısmıdır. Bu mükemmel sistemin çalışmasında rol alan daha bir çok ilginç ve karmaşık mekanizma mevcuttur ve bildiklerimiz, bilmediklerimizle kıyaslandığında oldukça azdır.

Devamı gelecek inşallah

Hazırlayanlar: Başkent Üniversitesi
Sevgi ÇOKGEZER, Aida FATHALİZADEH, Gülsüm GEDİK, Işık OCAK
Danışman: Öğr. Gör. Dr. Sinan CANAN


Bilim ve Teknoloji

MollaCami.Com