Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


maneviyatımız



Çağırayım Mevlâm Seni



Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni

Sular dibinde mâhiyle
Sahralarda âhû ile
Abdal olup yâhû ile
Çağırayım Mevlâm seni

Gök yüzünde İsâ ile
Tûr dağında Mûsâ ile
Elindeki asâ ile
Çağırayım Mevlâm seni

Derdi öküş Eyyûb ile
Gözü yaşlı Ya’kûb ile
Ol Muhammed mahbûb ile
Çağırayım Mevlâm seni

Bilmişim dünya halini
Terk ettim kıyl ü kâlini
Baş açık ayak yalını
Çağırayım Mevlâm seni

Yûnus okur diller ile
Ol kumru bülbüller ile
Hakkı seven kullar ile
Çağırayım Mevlâm seni


Yûnus Emre






N'eylerse güzel eyler



Hak, şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Ârif ânı seyr eyler,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Sen Hakk'a tevekkül kıl
Tefvîz et ve râhat bul,
Sabr eyle ve râzı ol,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Kalbin ana bend eyle,
Tedbîrini terk eyle,
Takdîrini derk eyle,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Hallâk u Rahîm oldur,
Rezzâk u Kerîm oldur,
Fa'âl ü Hakîm oldur,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Bil kâdî-yi'l hâcâtı,
Kıl ana münâcâtı,
Terk eyle mürâdâtı,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Bir iş üstüne düşme,
Olduysa inâd etme,
Haktandır o, red etme,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Haktandır bütün işler,
Boştur gam u teşvişler,
Ol, hikmetini işler,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Hep işleri fâyıktır,
Birbirine lâyıktır,
N'eylerse, muvâfıktır,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Dilden gamı dûr eyle,
Rabbinle huzûr eyle,
Tefvîz-i umûr eyle,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Sen adli zulüm sanma,
Teslim ol nâra yanma,
Sabr et, sakın usanma,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Deme şu niçin şöyle,
Bir nicedir ol öyle,
Bak sonuna, sabr eyle,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Hiç kimseye hor bakma,
İncitme, gönül yıkma,
Sen nefsine yan çıkma,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Mü'min işi, reng olmaz,
Âkıl huyu ceng olmaz,
Ârif dili teng olmaz,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Hoş sabr-ı cemîlimdir,
Takdîri kefîlimdir,
Allah ki vekîlimdir,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Her dilde O'nun adı,
Her canda O'nun yâdı,
Her kuladır imdâdı,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Nâçâr kalacak yerde,
Nagâh açar, ol perde,
Derman eder ol derde,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Her kuluna her ânda,
Geh kahr u geh ihsânda,
Her anda, o bir şânda,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Geh mu'tî ü geh mânî',
Geh darr ü gehi nâfî',
Geh hâfid ü geh râfî'
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Geh abdin eder ârif,
Geh emîn ü geh hâif,
Her kalbi odur sârif,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Geh kalbini boş eyler,
Geh hulkunu hoş eyler,
Geh aşkına tûş eyler,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Az ye, az uyu, az iç,
Ten mezbelesinden geç,
Dil gülşenine gel göç,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Bu nâs ile yorulma,
Nefsinle dahı kalma,
Kalbinden ırak olma,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Geçmişle geri kalma,
Müstakbele hem dalma,
Hâl ile dahî olma,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Her dem onu zikreyle,
Zeyrekliği koy şöyle,
Hayrân-ı Hak ol, söyle,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Gel hayrete dal bir yol,
Kendin unut O'nu bul,
Koy gafleti hâzır ol,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Her sözde nasîhat var,
Her nesnede zîynet var,
Her işte ganîmet var,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...

Bil elsine-i halkı,
Aklâm-ı Hak ey Hakkî
Öğren edeb ü hulku
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...





Dünyâ



İşte gördük seni dünya,
Ne gerçeksin, ne de rüya,
Bir resim çizilmiş suya,
Sahte ışık, sahte boya...

Ah çocuklar, ah bebekler!...
Gonca halinde çiçekler!...
Kanatlanmış kelebekler,
Uçamadı doya doya,

Öteden ne haber var?
Kim demiş hayat bu kadar?
Mezarlarında yatanlar,
Hayat sürmüş bitmiş güya!

Bak yağmura, bak şu suya,
Dağı, taşı oya oya,
Öteleri duya duya
Akıp gidiyor deryaya,

Madde mânâya anahtar,
Fenâ, bekaya anahtar,
Toprak, Semâya anahtar,
Açar kapıyı Mevlâ'ya.


Seyid Ahmed Arvâsî / 1985




Hifa Hatun


Okuyunca çok etkilendiğim ve siz de de tesir bırakacağına kani olduğum bu yazıyı
paylaşmak istedim;
derseniz ki; daha önce okumuştum, doğrudur okumuşssunuzdur siz yinede tekrar okuyun,
diye rica ediyorum, ve belki okumamış olanlarımızda okumuş olurlar, istifade ederler.
Saygı,selam ve dua ile

Ehemmiyetlilerin tekrarında tekrar tekrar okumada, dinlemede faydalar vardır.

HİFA HATUN
Hifa, Medine-i Münevvere'de, güzelliği dillerde dolaşan, genç ve zengin bir kadın idi. Bir gün Peygamber Efendimiz'in -sallallâhu aleyhi ve sellem- huzuruna gelip:
"-Ya Rasulullah, bana, beni Cennete götürecek bir iş öğret!.." dedi.
Herkesin durumuna ve ihtiyaçlarına göre nasihatlarda bulunan İki cihan güneşi Efendimiz:
"-Bir an önce evlenmeni tavsiye ederim. Böylece dininin diğer yarısını emniyete alırsın." buyurdular.
Hifa Hanım:
"-Ya Rasulullah, bana kim küfüv (denk) olabilir? Beni, Habeş hükümdarı Necaşi istemişti. Ubeydullah yüz deve ve daha bir çok şey mehir olarak vaad etmişti. Ben onu da kabul etmemiştim. Siz kimi münasip görürseniz, razıyım." dedi.
O sırada gönlünden, Peygamber Efendimizin kendisini müminlerin annelerinden kılacağı ümidi geçiyordu.
Rasulullah kimseyi gücendirmemek için:
"-Yarın sabah, mescide ilk önce gelen kimse ile bu hanımın nikahını kıyacağım." buyurdular.
Sabahleyin, Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- mescide ilk önce gelecek kimseyi bekliyordu. Birden kapıda Süheyb -radıyallâhu anh- göründü..
Son derece güzel ve zengin bir kadın olan Hifa'nın aksine, Süheyb, kimsesiz, fakir, siyaha yakın renkli, çelimsiz, görünüşü hoş olmayan bir kimse idi.
Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- sabah namazından sonra, Hifa Hatun'u çağırdı ve durumu bildirdi.
Hifa, Allahü Teâla'nın kazâsına ve Allah Rasulü'nün tavsiyesine gönül hoşluğu ile râzı oldu.
Bunun üzerine Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir hutbe okudu ve:
"-Ey Süheyb, kalk, hanımın için çarşıdan bir şey al!" buyurdu. Süheyb:
"-Ya Rasul, bir dirhem gümüşüm bile yok!" dedi.
Hifa Hatun, kocasına 10 bin dirhem gümüş hediye ettiğini söyledi. Peygamber Efendimiz, Süheyb'i pazara gönderdi. Düğün için gerekli şeyleri alıp dönen Süheyb'e:
"-Ey Süheyb, şimdi de hanımının elinden tut ve onu evine götür!" buyurdular. Süheyb çaresiz boynunu büktü ve:
"-Ya Rasul, benim evim mesciddir, nereye götüreyim?" dedi.
Yüzü güzel olduğu gibi, kalbi de güzel olan Hifa:
"-Filan yerdeki konağımı sana bağışladım. Kalk, beni oraya götür!" dedi.
Allah'ın Rasülu ikisine de dua etti ve ashab-ı kiramla birlikte bu yeni aileyi yolcu ettiler.
Hifa Hatun veSüheyb -radıyu anhuma- yemeklerini hamd ederek tamamladılar. Yatacakları esnada, Hifa hatun:
"-Ey Süheyb, ben sana nimetim, sen bana mihnetsin. Sen bu nimete şükür için, ben de bu mihnete sabır tevfikine şükür için, gel, bu geceyi ibadet ve taatla geçirelim. Sen şükür ediciler, bende sabır ediciler sevabına kavuşalım. Zira Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-: "Cennette yüksek bir çardak vardır. Burada sadece şükredenler ve sabredenler bulunur." Buyurmuşlardı." dedi.
O gece, ikisi de taat ve ibadet ile meşgul oldular. Süheyb, ertesi gün mescide geldiğinde, Cebrail aleyhisselam, geceki hallerini Rasulullah'a çoktan bildirmişti.
Rasulullah -sallu aleyhi ve sellem-:
"-Ey Süheyb, geceki halinizi sen mi anlatırsın, ben mi haber vereyim?" diye sordular. Süheyb -radıyu anh-:
"-Ya Rasul, siz söyleyiniz." dedi.
Rasulullah, olanları ve ibadetlerini anlattı. Sonra da ikisini cennet ve cemâl-i ilahi ile müjdeledi.
Süheyb sevincinden o an başını secdeye koydu ve:
"-Ya Rabbi, eğer beni mağfiret etmişsen, bir daha günah kirine bulaşmadan ruhumu kabz et!" dedi.
Allahü Teala, duasını kabul etti ve secdeden başını kaldırmadan onun canını aldı. Olanları seyredenler şaşırmış, bir kısmı da ağlamaya başlamıştı. Peygamber Efendimiz:
"-Size bundan daha tuhafını haber vereyim mi? Şu ân Hifâ da ruhunu Hakk'a teslim etti." buyurdular.
Bu iki aşk, teslimiyet ve takva âbidesinin cenaze namazını Peygamber Efendimiz bizzat kıldırdı. Ve onları yan yana defnettirdi. Başları ucuna iki tahta koyup, birine "bu, Allah Teâlâ'nın nimetine şükredenin kabridir"; diğerine de "bu Allah'ın mihnete sabredenin kabridir" yazıldı...

Emirü'l-müminîn Hasan bin Ali -radıyallâhu anhümâ-'nın, Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'den naklettiği bir hadis-i şerifte:
"Sadece malı için bir kadınla evleneni, Allahü Teala fakir eder. Güzelliği için evlenen güzelliğinden fayda görmez. Dini için onunla evlenirse, o kadın erkeğe bereket olur." buyurulmuştur.

(alıntı)



Teşrik tekbirlerini unutmayın!



Allahu ekber Allahu ekber, Lâ ilâhe illu vu ekber. Allahu ekber ve lillahi'l-hamd



Unutmamak için seccadenize "Tebrikleri Unutma!" yazısı iğneleyebilirsiniz!

Tekbirler hakkında daha teferruatlı bilgiler "devamı"nda..



Teşrik tekbiri, Kurban bayramı günlerinde farz namazlardan sonra getirilen tekbirlerdir. Kurban Bayramının ilk gününe "yevm-i nahr", diğer üç güne ise "eyyâmü't-teşrîk (teşrîk günleri)" denir. Bayramdan bir gün önceki güne de "arefe günü" denir.
Arefe günü sabah namazından itibaren bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar, yirmiüç farz namazının arkasından birer defa


"Allahu ekber Allahu ekber, Lâ ilâhe illu vu ekber. Allahu ekber ve lillahi'l-hamd" diye tekbir getirilir ki, buna "teşrîk tekbiri" denir. Anlamı şöyledir: "Allah herşeyden yücedir, Allah herşeyden yücedir. Allah'tan başka ilâh yoktur. O Allah herşeyden yücedir, Allah herşeyden yücedir. Hamd Allah'a mahsustur". Tekbirlerin bu şekli Hz. Ali ve Abdullah b. Mes'ûd (r. anhümâ)'ya dayanır.


Teşrîk tekbirlerinin başlangıcı

Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban etme olayına kadar uzanır. İbrahim (a.s), gördüğü sahih rüya üzerine oğlunu Allah yolunda kurban etmeye karar verir. Kurban hazırlıkları sırasında Cebrail (a.s) gökten buna bedel olarak bir koç getirir. Dünya semasına ulaştığında yetişememe endişesi ile Cebrail (a.s); "Allahu ekber Allahu ekber" diyerek tekbir getirir. İbrahim (a.s) bu sesi işitince başını gökyüzüne çevirir ve onun bir koçla geldiğini görünce; "Lâ ilâhe illâllahu vu ekber" diye cevap verir. Bu tekbir ve tevhîd kelimelerini işiten ve kurban edilmeyi bekleyen İsmail (a.s) da; "Allahu ekber velillâhi'l-hamd" der. Böylece kıyamet gününe kadar sürecek büyük bir sünnet başlatılmış olur

(es-Saffât, 37/102, 107; İsmail" maddesi; el-Mavsılî, el-İhtiyar li Ta'lîli'l-Muhtar, Kahire (t.y), I, 87, 88).



Ha senin, ha benim, ne fark eder ki?



Seyret doya doya, güneşi ayı
Ha senin, ha benim, ne fark eder ki?
Kimden esirgeriz fani dünyayı
Ha senin, ha benim, ne fark eder ki?

Ne hayaller kurdu, bak nice canlar
Nice padişahlar, nice sultanlar
Madem ki yolcuyuz, saraylar hanlar
Ha senin, ha benim, ne fark eder ki?

Akıbet belliyken bu telaş niye?
Şu kısa ömürden kim almış paye
İki metre kefen, en son sermaye
Ha senin, ha benim, ne fark eder ki?

Vefadan payını almayan dünya
Hiç kimseye yaren olmayan dünya
Sana da, bana da kalmayan dünya
Ha senin, ha benim, ne fark eder ki?


alıntı


Hayat bir Nakış


Hayat bir Nakış

Bir küçük çocuk, annesi nakış işlerken dizlerinin dibinde oturup onu seyretmeyi çok severdi. Bir keresinde aşağıdan annesine doğru bakıp sordu: “Anneciğim, ne yapıyorsun?”
Annesi, tatlı ve şefkatli bir sesle cevap verdi:

“Nakış işliyorum yavrum. Bu kasnaktaki kumaşın üstüne güzel desenler işlemeye çalışıyorum.”
Küçük çocuk:

“Ama yaptığın şey, hiç güzel görünmüyor, karmakarışık…”
Gerçekten de çocuğun oturduğu yerden bakınca, annesinin elinde tuttuğu kasnağın altındaki ipler, birbirine giriyor, kasnağın üstünde görülen san’atlı işlemelerden ise, hiçbir eser görünmüyordu. Çocuğun bu sözüne annesi gülümseyerek:

“Hadi sen git, biraz oyna” dedi. “Nakışımı bitirdiğimde seni dizime oturturum, o zaman o nakışa benim yakınımdan bakar ve ne olduğunu anlarsın.”

Çocuk oynarken, annesinin parlak renkli ipliklerin yanında, o kapkara iplikleri neden kullandığını merak etmekten kendisini bir türlü alamadı. Biraz sonra annesinin sesi duyuldu:

“Gel kızım, yanıma otur da, birlikte bakalım bu nakışa.”

Annesi gibi kasnağa üst taraftan bakan çocuk, şaşkınlıktan ve hayranlıktan ne diyeceğini bilemedi. Kasnağın üstünde harikulâde bir çiçek resminin nakşedildiğini gördü.
Peki ama bu büyük farklılığın sebebi neydi? Alttan bakınca karmakarışık, üstten bakınca harika nakışlar. Nasıl böyle olabiliyordu? Annesi onun bu merakını şu sözleriyle giderdi:

“Yavrum, alttan bakıldığında nakış karışık ve anlaşılmaz görünüyordu. Çünkü sen nakışın üst

tarafına daha önceden çizili bir plan olduğunu göremiyordun. Bu benim yaptığım bir dizayndı. O çiçeği işlemek için, benim bu çizimi ve planı takip etmem gerekiyordu. Şimdi benim tarafımdan baktığında ise, ne yaptığımı daha iyi görebiliyorsun.”
Küçük kız yıllar geçip büyüdüğünde, başına gelen her iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin olaylar karşısında, hep bu yaşadığı olayı hatırladı. Hayatının bir nakış gibi, İlâhî bir kudret eli tarafından dantel dantel işlendiğini, kendisine karışık, anlamsız, kötü gibi görünen olayların, aslında İlâhî bir planın nakışları olduğunu, ortaya çıkacak bütünün ve kompozisyonun hârikulade bir resim teşkil edeceğini hissederek hâlinden pek de şikâyetçi olmadı.


alıntı


Allahrazı olsun kardeşim hatırlatma için.
Biliyorum yazınızın büyüklüğünü, önemine binaen büyük yaptınız.
(Teşrik tekbirleri) Biraz küçültsek nasıl olur. :)



Sana gülmek yasak







Sana daha önce "Ağlama ne olur gül artık. Gülmek senin hakkındır."demiştim.

Şimdi ise "Sana gülmek yasak"diyorum. Sanma ki bu bir çeliski; sanma ki bunlar birbirine mâni. Aksine bunlar birbiriyle iç içe...

Gülmek,üzerine yüklenen ebedî dâvânın ağırlığından gafleti anlatıyorsa;o sana yasak!..



Eğer ebedî dâvânın bayrağını bir adım götürme nimetine nâil olmanın şükür ve sürûrunu temsil ediyorsa,elbet gülmek hakkındır.

Ağlamak bedbinliğe ve şevksizliğe alem olmuşsa ağlama!.. Yazıktır gözyaşlarına...

Eğer îman bayrağını ötelere götüremenin ızdırabı, gayrın dertlerini düşünme faziletinin ifâdesi ise ağla,hem de sel gibi gözyaşi dök!...O yaşlar bir gün rahmet bulutu olup seni gölgeler,hatta yağmur olup âb-ı hayat sunar.

Sen öyle bir duygu girdâbındasın ki;kurtulamazsın.

Sen; gülmek -ağlamak,sevmek-sevilmek,konuşmak-susmak gibi zıtların belki de vefâsızlıkların,kadirşinassızlıkların sâhillerine uğrayan helezonik bir güzergâhın yalnız yolcususun.

Senin yolunda yalnız dikenler ve çakillar değil,pusu kurmuş çakallar da var.

Senin yolunda maddî ve mânevî menfaatlerden de öte,bir ulu gaye için çirpinmak var.

Neylersin sen buna gönüllü tâlip olmuşsun.

Sen kâinâtı kucaklayan bir ulu ideale baş koyacak fıtratta doğmuşsun. Küçük hülyâlarla nasıl avunursun?

Sen her şeyin sâhibine gönül vermişsin,bir şeyde nasıl boğulursun?...

Sen kendini başkasıyla mukâyese edemezsin,çünkü sen farklısın!..

Sana bazen ağlamak yasaktır!




Kan kussan kızılcık şerbeti içmiş gibi duracaksın. Sana bakıp şevk alanları üzmemek için gözyaşlarını içine gömüp,bağrına taş basacaksın...

Sana bazen gülmek yasaktır!

Herkes şen şakrak iken,sende derin bir tefekkür hâli,bir ağırbaşlılık,bir vakar görülür.

Belki de tebessümünle iktifa edersin;çünkü sen zerre kadar zamanda kaybolmaz,asırlar ötesini düşünürsün.

Gün olur,bir ulu hizmetin peşinde yalnız koşturur,türlü fedâkârlıklara katlanırsın.

Belki umduğunu bulamaz, belki destek beklediklerini ilgisiz görürsün...

Nice zamanlar doğru bildiğin yolda yalnız yürümeğe mecbur kalırsın....

Sakın sakın, sana el uzatmayan zavallılar grubunun sahte saâdetlerine imrenme!

Onlara kızma,adâvet etme. Sadece acı...



Çünkü sen farklısın dostum! Allah sana başkalarının dertleriyle dertlenme fazileti vermiş.

Senin beynin enbiyalar ,evliyalar, sâlihler, sıddıklar ve mücahitlerin mefkûresiyle doldurulmuş.

O nuranî zincire bir küçük halka olmak,o ulvî kervanın peşinden koşmak,o mukaddes ayaklarına toz olmak istediğimiz dava ehlinin bir küçük ferdi olmak arzusu vermiş;ne diye küçük düşünüp,hislerini dünya için hebâ edeceksin?

Sen farklısın dostum çok farklı!



Ömründe seni bir kere dahi düşünmeyen,sana zerre kadar menfaati dokunmayan kişinin imanını kurtarmak için çirpiniyorsun.

Onun için çalisiyor,programlar yapıyor,diller döküyorsun.

Neylersin ki elinde değil,başkasını düşünmeden edemiyorsun.

"Boş versene" diyemiyorsun.

"Aldırma da geç git"diyenlere kulak asmıyorsun,

"Milleti sen mi kurtaracaksın?" diyenlere :

"Evet ben kurtaracağım! Var mı bir diyeceğiniz!"

diye haykırıyorsun...

Sen gönüllü bir mahkûmsun dostum!


Sâniyeleri Allah yolunda hizmetle geçen bir çelik duvarla örmüssün çevreni.

Sen kendi mahpushâneni kendin yapmışsın,ne diye dışarıdaki aylaklara imreneceksin?

Sen seni seninle mukayese et. Sen başkalarına bakıp da "o niye böyle?Şu niye şöyle?"deme.

Sen kendi kabiliyetlerini,kendi duygularını aksa'l-gayâta çikar. Sen kendinle yarış!..

Bu hükümet-i cumhuriyenin tek memuru ben miyim?"deyip el etek çekme! Bu senin davandır...

Unutma! Problemler küçük insanların şevkini kırar,büyük insanların azmini artırır.
Sen büyük insansın. Çünkü büyük ve ebedî bir davaya gönül vermiş,baş koymuşsun.

Sıradağlar gibi problemlerle çevrilsen takma kafana!

Bu dava büyükse sahibi de büyük.

Senin gibi ihlaslı,cevval kahramanları yalnız mı bırakır?....

ZÜBEYİR GÜNDÜZALP




AYETLERDE KİŞİSEL GELİŞİM MESAJLARI AY


Binlerce yıllık insanlık birikiminin, tüm kişisel gelişim kitaplarının toplamının zerresi bile olamayacağı muhteşem kitap, Kur'an-ı Kerim'den, kişisel gelişime yönelik (bazı) notlar:

Kur'an-ı Kerim'den, kişisel gelişime yönelik (bazı) notlar:
İsra 37: Kibirli olma, alçak gönüllü davran.

Müddesir 1-5: Kendini fazla abartma.

Tekvir 25-27: Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma.

Bakara 156: Çaresizlik tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkarma.

Beled 5-6: Her şeye hakim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hale çevirme.

Hucurat 10: Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını kendinden uzaklaştırma.

Muhammed 7: İyiliği karşılık beklemeden yap.

Rum 21: Tek başına mutlu olunamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret göster.

Vakıa 83-87: Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş.

Bakara 263: Yaptığın iyilikleri unut. Anlatarak onları kıymetsizleştirme.

Furkan 63: Sana yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine. Öfkenin dinmesini bekle.

İnşirah 1-3: Seni huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle.

Maun 4-5: Eleştirinin keskin bir bıçak olduğunu unutma. Söyleyeceklerini iyi tart.

Mücadele 7: Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma.

Rahman 7-9: Çıkarcı olma. Adil davran.

Tekasür 1-2: Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme.

Tevbe 40: En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma.

Fatır 19-22: Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp rahatla.

Fecr 27-28: En sevdiğin şeyleri, başkalarıyla paylaşmanın keyfine var.

Hakka 33-35: Hayatının vazgeçilmezleri olsun. Onları küçük çıkarlar için asla feda etme.

Haşr 10: Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol.

Kalem 1-2: Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma. Gücünü insanların yararına kullan.

Münafıkun 4: Bencil olma, tebrik etmeyi bil.

Saff 2: Yalandan uzak dur.

Yusuf 32-33: Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın-erkek ilişkilerinin, hayatını esir almasına izin verme.

Ankebut 41: İyi bir dostun, paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma.

Al-i İmran 92: İyilik yapma arzunu, şarta bağlama. Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma.

En'am 50: Ön yargılarla hayatı kendine zehir etme.

En'am 60: Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatının kâbusu olmasın.

Felak 1-5: Korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç.

Hacc 46: Kendini, hep daha iyiye ulaşmak zorunda olduğuna koşullama.

İbrahim 42: Merhametli olmaktan asla vazgeçme.

İsra 23: Anne ve babana 'off' bile deme.

Nisa 149: Kendini sürekli övmekten uzak dur.

Yunus 12: Vazgeçilmez olmadığını kabul et.

Enfal 56: Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma.

Furkan 43: Heveslerini kendine ilah edinme.

Necm 3: İnanma duygunu diri tut.

Nisa 58: Karar verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme.







Allah’ ü Zülcelal Hazretleri biz kullarına rahmet nazariyle bakmayı lütfederek, bu rahmetinin tecellisine sebepler hazırlamış ve bu vesileyle affına ve mağfiretine mazhar olabilme yollarını hep açmıştır. Yönelmemiz Rabbime olsun diyorum sizin için ve içinde bulunduğumuz kıymetli zaman diliminin önemine işaret eden bu yazıyı istifadelerinize sunmak istiyorum. ( muradd )

KIYMETLİ ZAMANLAR……..

Hiç dikkatinizi çekti mi sizin de; Bizi en çok seven, en şefkatli, en cömert, en bekleyenimiz.. Bize bizden yakın, hiç terketmeyenimiz O, Allah subhanehu ve teala kullarıyla buluşmak için hep vesileler yaratmış?..
Sarmış adeta tüm zamanı esmasıyla..Bin çeşit vesile icad etmiş ki uyanalım, koşalım kucağına..Bekliyor iştiyakla hep bizleri.
Bakın şöyle zaman dilimlerine, boş bir an göremezsiniz hiç..Cuma günündeki duaların kabul olduğu o "giz"li vakit, her gece dünya semasına inip, kucağını açıp bekleyen, 4 haram aydaki katlanan ameller-ibadetler, 3 aylar ve kutlu geceler, ramazan, şevval oruçları, hac ayları..
Esmasını sarmış zamana-vakitlere, bekliyor bizleri..
Gelin affedeyim..Gelin rızk vereyim..Gelin..Gelin!
Ve çağları kuşatan bir nida: Nerdesin?!
Ey kulum ben hep seninleyim, sen nerdesin?! Kiminlesin?!
Her yeni günle, ayla, saatlerle sunulan fırsatlar zinciri..
Gel temizlen! Sileyim önceni..Sıfırdan başla hayata.
Üstelik de geçmiş günahlarını sevaplara çevireyim!


Sadece bir gayret bizden, bir meyil, bir hicret O' na doğru.
Bekliyor iştiyakla hep O..
Hadi zamana adres bırak, sende kalsın istiyorsan!
Efendim, işte şimdi zamanlara adres bırakma vakitleri.. Kameri ayların son ayı Zilhicce' ye girmek üzereyiz; 29 Kasım 1 Zilhicce..Zilhicce dört haram aydan bir tanesi hem de hac ayı malum.. Kur' an' da "Ve leyalin aşr" "On geceye yemin olsun ki.." diye Rabbimizce işaret edilen, hadislerle de Efendimiz aleyhisselam tarafından müjdelenen kutlu zaman dilimi..
10 gün sadece..Ama değerlendirilirse bir ömre bedel! Öylesine faziletli.
Rahmetin sağanak sağanak indiği zaman-üstü, çok özel 10 gün..
Bugünlerde uyanık olmak, olabildiğince Rahmetten istifade etmek lazım, aman dikkat edelim..Ne yapalım peki?
Önce efendim, sevapların arttığı, günahların silindiği bu günlere, sadık bir tevbe ile başlamalı..Hani ayette geçiyor ya: “Tûbû ilallahî tevbeten nasûha” "Ey iman edenler Allah' a nasuh bir tevbeyle tevbe edin"
Öyle işte, dönmemecesine bir geri dönüş, herbir günahtan.
Sonra “Sayılı günlerde Allah’ı zikredin -tekbir alın- ”Bakara-203 Emrince -ki bu 10 gün kastedilir alimlerimizin beyanıyla- bol bol zikretmeli.. Hadiste: "Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin" buyrulmuş.. Musned-1/257
Malum:Tesbih subhanallah; Tahmid, elhamdulillah; tehlil,
lâ ilâhe illâllah; Tekbir ise Allahu ekber demektir.
Eğer biz; "Subhanallahi velhamdulillahi ve lâilâheillâllahu vallahuekber" der ve "Vela havle vela quvvete illa billahilaliyyilazim" ilave edersek hepsini toplamış oluruz..
Bu 10 günde zikir ve tekbirleri sesli yapmak lazım..Hz. Ömer radıyallahu anh bu sayılı günlerde, çarşıda-pazarda sesli olarak zikrederek dolaşırmış hep..Bizler de her fırsatta sesli yapalım ki yanımızdakiler de duysun, uyanışlara vesile olsun, örnek olalım inşaAllah..

Tekbirler iki çeşit bugünlerde efendim, birisi bu yukarıda dediğim; 1 Zilhicce' den bayrama kadar, her vakitte yapılabilecek olan mutlak tekbir..
Diğeriyse Arefe günü sabah namazından başlayarak, bayramın 4. günü ikindi namazında sona erecek olan mukayyed tekbir ki buna biz teşrik tekbiri diyoruz, vaciptir. Her farz namazın sonunda bir kez: "Allahuekber Allahuekber Lâilâhe illâ' llâhu va' llâhuekber Allahuekber ve li' llâhi' lhamd" diyoruz unutmayalım inşaAllah..
Biz hanımlarla şöyle bir şey düşündük unutmamak için ;) Herkes evinde, namaz kıldığı yere "Teşrik Tekbirlerini Unutma!" diye bir kağıda kocaman yazıp asacak :) Çocuklara, bu notun altına altına söylenecek tekbirleri de yazabilirsiniz, akılda olsun ;)
Yine efendim, bu 9 günde oruç tutmak çok faziletli.. Bakın hadise: "Allah' a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce' nin ilk on gününden daha sevimli günler yoktur. O günlerde tutulan her günün orucu bir senelik oruca, her gecesinde kılınan namazlar da Kadir Gecesine denktir.” Tirmizi
Efendimiz aleyhisselam bu 9 günü oruçlu geçirirmiş hep.. O' na benzeyelim elden geldiğince inşaAllah.. Hiç tutamayanlar aman Arafe Günü orucunu kaçırmasınlar! Hadisin müjdesiyle arefe orucu, geçen senenin ve gelecek senenin günahlarına keffarettir..
Asla ihmal etmemeli, çocuklarımızı da alıştırmalı daha küçük yaştan.. Hem de iftarda onların sevdiği yiyecekleri yapıp, hoşlarına gidecek hediyeler alarak onları onurlandırmalı, ileriye hoş hatıralar bırakmalı ;)
"Günlerden hiçbiri yoktur ki onlarda yapılan bir iş, Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan işten daha faziletli ve yüce, Allah’a daha sevimli olsun.." Tirmizi
Efendim, bu 10 günde iyi amelleri arttırmak lazım.. Aklımıza gelecek, ihlasla yapılmış, başkasına faydası dokunacak her iyi iş buna dahil..Birisinin işini halletmek, gayrına hizmet etmek, sadaka vermek, hediyeleşmek, Kur' an öğrenmek-öğretmek, iyiliği emretmek, birisinin gönlünü almak vb.. dedim ya aklınıza-yüreğinize ne gelirse ;) Unutmayalım ki katlanıyor her iyi iş, her ibadet bugünlerde.

Normal işlerimizi bile niyetlerle hayra çevirebiliriz, istersek..Başlarken; "senin rızan için ya Rab" der, niyet edersek adetlerimiz dahi ibadetlere döner.. Bakın hatta merdiven inip-çıkarken bile zikrederek, bu mecburi eylemi ibadet haline dönüştürebiliriz :) Yine durakta-sırada beklerken, otobüste-arabada giderken vb ;)



Yine bu 10 günde rahmet bol olduğundan, nefse "zor" gelen şeyler, Rabbin izniyle kolaylaşır..İşte nefse baş eğdirmenin, nefse söz geçirmenin kolay olduğu bu zamanda, yapmak isteyip de yapamadığımız bir hayırlı işe "Bismillah" deyip başlamalı hemen;) Görün bakın Rabbim nasıl kolay edecek zorları bu iklimde.. Dargınların barışması mesela, kolay olur bu sağanak altında..Ne olur ihmal etmeyelim.. Fırsattır nefse inat, barışalım, barıştıralım, sılay-ı rahim yapalım inşaAllah..
Rabbim' den hayırlar getirmesini diliyorum hepimiz için..








Bayram Günleri....

Bayram nedir? Bayram bir mükâfatın bedelidir. Ramazan Bayramı, Ramazanın bedelidir. Ondan sonra gelen Kurban Bayramı ise İbrahim -aleyhisselâm-’ın hâline bürünmenin bedelidir. Mühim olan, bu bayramları idrak edebilmek, hakkını vererek yaşayabilmek ve bu bayramların bedelini ödeyebilmek…

Ramazan Bayramı, ibadetlerle Cenab-ı Allah’a yaklaşmaya bir vesiledir. Bu ibadetler bizi güzel ahlâka götürür. Bu ayda, Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in “
Gözümün nûru…” diye vasıflandırdığı namaz arttırılmakta. Teravih namazı olsun, teheccüd namazı olsun, kaza namazları olsun; her birimiz namaza bu ayda daha çok itina gösteriyoruz. Cenab-ı Hak’la mülâkat fırsatını yakalıyoruz. İnsan cisim olarak Cenab-ı Hakk’a sonsuz kere sonsuz uzakken, O, kuluna şah damarından bile daha yakın oluyor.
Cenab-ı Hak insanın kendisine daha yakın olmasını istiyor. Onun için namaz en büyük vesile ve vasıta. Nitekim âyet-i kerîmeler de bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak bunu ifade etmekte. Meselâ bir âyet-i kerîmede: “…Şüphe yok ki namaz, hayasızlıklardan ve yaramaz şeylerden nehyeder.”(Ankebût Sûresi, 45) Yani kötülüklerden, edepsizlikten korur buyruluyor.
İşte bu âyet bize Cenâb-ı Hakk’ın yakınlığını gösteriyor. Bize yakın olan birisinin yanında yanlış yapamayız, bir büyüğümüzün yanında daha çok dikkat ederiz hâlimize tavrımıza. Demek Cenâb-ı Hak bize şah damarımızdan yakınsa bunun idrâkini kolaylaştıran şey de namazdır. Yani namaz bizim için bir ölçüdür.
Ramazan ayında sahip olduğumuz bir başka ölçü de oruçtur. Ağzımızdan girene dikkat edildiği gibi ondan çıkana da dikkat emek gerekir oruçta. Daha fazla düşünerek sarf-ı kelâm etmeliyiz. Zaman zaman Meryem validemizin orucu gibi sükût orucu tutmaya çalışmalıyız. Âyet-i kerimede: “…Cahiller kendilerine lâf attığı vakit selâmetle, derler” (Furkan Sûresi, 63) buyruluyor. Bu âyet, sükût orucunun esasında yatan nükteye işaret ediyor.
İşte Ramazan-ı şerîfin böyle bir güzelliği var; sadece mideye değil, göze kulağa ağza dile vs. bedene oruç tutturuyoruz bu ayda.
Ramazan ayı kalbî seviye kazanabilmek için eşsiz bir fırsattır. Zaten Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Kim Ramazan’ı îman ve istihsâb üzere oruçlu geçirirse, bütün geçmiş günahları bağışlanır.” (Buharî, Savm, 6) buyuruyor. Hâlık’ın mükâfatı hâlıkiyetine göre olur. Cenab-ı Hak, bin aydan daha hayırlı olduğunu bildirdiği bu bereket ayının sonuna doğru bir de Kadir gecesini veriyor da böylece kullarına olan ihsan ve mükâfatlarını kat be kat arttırıyor. Onun ardından bir de bayramı veriyor. Bayram nedir? Kulluğunu pekiştirme ve din kardeşliğini kuvvetlendirme günü.
Gelelim ikinci bayrama: Kurban Bayramı… Bu bayram bize ikinci büyük peygamber olarak kabul edilen İbrahim -aleyhisselâm-’ın hatırası. Bu bayramın kâmilen idrak edildiği mekân ise şüphesiz Harem-i Şerîf… Yani orada ifa edilen hac ibadeti… Hac âyetinde buyrulduğuna göre bu ibadet esnasında refes, fısk, cidal yok; lâubali hareketler yok. Cidal yani mücadele sadece insanlar arasında olup biten bir hadise değildir. Cidalin bir çeşidi var ki temas etmeden geçmeyelim. Bilmeden yapılan en büyük cidal Cenab-ı Hakk ile yapılanan cidaldir, Allah’ın emirlerine uymamaktır. Şeytan emirlere uymadı kahroldu gitti. Onun için İbrahim -aleyhisselâm-’ın teslimiyeti lazım. Diğer yandan İbrahim -aleyhisselâm- Allah’ın verdiği mal, evlat, can ne verdiyse hepsini Allah yolunda harcadı. Şeytanı taşlama hâli. Kur’anı açarken bile “euzubillahimineşşeytanirracim” diye açarız Kur’ân-ı Kerîm okurken bize bir vesvese vermesin diye. Velhasıl bu Kurban bayramını da hayatımıza yaygınlaştırmak büyük bir ehemmiyet taşıyor.
Mevlânâ ne güzel diyor: “Sakın keçinin gölgesini kurban etme.” Yani yaptığın amellerin zahirine takılıp kalma ruhaniyetine bürün diyor. Zira Allah Kur’ân-ı Kerîm’de “Elbette onların ne etleri, ne kanları Allaha ermez, velâkin O’na sizin takvanız erecektir” (Hac Sûresi, 37) buyuruyor.
Kurban nedir? Bir fedakârlıktır. Kurban İbrahim -aleyhisselâm-’a bedelsiz mi lutfediliyor? Hayır, büyük bir fedakârlık karşısında geliyor. Oğlunu yere yatırıyor, tam bıçağı vuracak. Böyle acı ve zor bir imtihana tabi tutuluyor. Ardından da kurban geliyor. Cenâb-ı Hak: “İbrâhim’e selâm olsun” (Sâffât Sûresi, 37) buyuruyor. Yani Allah İbrahim -aleyhisselâm-’dan hoşnutluğunu bildiriyor. Demek Cenâb-ı Hak, bizden böyle bir teslimiyet, böyle bir rıza hâli istiyor.
Cenâb-ı Hak insana istidat verdi, onun için cenneti halk etti. O hâlde biz de cennete layık hâle gelmek zorundayız. Cennete, ancak onun değerini anlayan girer. Şimdi siz okuma yazma öğrenecek yaşa bile gelmemiş bir çocuğa derin ilmî bahislerle dolu bir kitabı verseniz o bundan ne anlar? Hiçbir şey… O kitabı o çocuğa vermeniz abes olur. İşte aynı bu misâlde olduğu gibi, bu dünyadayken cennetin değerini ve hakikatini idrâk ederek oraya girmeye hazır hâle gelmek lâzım. Bu da kalben olur. Nerden biliyoruz bunu? Âyetten biliyoruz. Cenâb-ı Allah Teâlâ, âyette:
“O gün ki ne mal faide verir ne de evlât. Ancak Allah'a kalb-i selîm ile gelenler (o gün fayda bulur).” (Şuarâ Sûresi, 88-89) buyuruyor.
Yağmur gibi, berraklaşmış, rakik bir kalb lâzım. Rahmet saçan, Cenâb-ı Allah ile dostluğu kuran bir kalb…



ALINTIDIR…

Bir rica;Muradd kardesimiz bu degerli yazilari tek tek eklesen uzun olmasa daha rahat okuruz gibi geliyor.
Ve yerine ilahi sozu sandim ne guzel yazilar eklemissin, ya bakmasaydim.

Tesekkürler,

melissa

Bir rica;Muradd kardesimiz bu degerli yazilari tek tek eklesen uzun olmasa daha rahat okuruz gibi geliyor.
Ve yerine ilahi sozu sandim ne guzel yazilar eklemissin, ya bakmasaydim.

haklısınız uyarınızı yerine getireceğim, sağ olun.

cok huzeldı ya ben okumamaıstım tuglerım tıken tıken oldu ALLAh razı olsun paylasımınızdan

sizdende Allah razı olsun,


İlahi sözleri

MollaCami.Com